Mektup, bir daha: “Müslüm Baba’ya Açık Mektubumdur!”
okuma süresi 2 dakikaSene 91. Mahalleye kalabalık Diyarbakırlı bir aile taşındı. Her gün evin bir bireyini tanıyabiliyoruz. Bazı bireylerini aylar sonra gördüğümüz bile oldu. Baba manifaturacı. Büyük oğlanlar şehirlerarası otobüs şoförü. Küçük olanlar da muavinlik yapıyor. Uzun seferlerden döndüklerinde bizim dükkâna uğrar sigara alır, eve dinlenmeye giderlerdi. O sigara almalarında dükkândaki küçük kızla sohbet olsun diye sordukları sorular beni de başka dünyalara taşırdı.
— Sen hangi şerkicinin kasetlerini dinlisin?
— Ahmet Kaya, İlkay Akkaya, Grup Yorum falan
— Mislim de dinle bazen.
— Kim?
— Mislim Gürses! Bilmisen?
— Ya O jiletçi?
— E ne yapsın? Kızmiş, haksızlık oni bulmuş, sevdiği ele yar olmuş. ezılmış. Başkasına zarar edeceğine, kendini kesiy millet. Bunu da yapmasın?!
Artık dükkâna Müslüm Gürses kasetleri bırakılıyor. Sigara paketi dükkânda açılıp, bir dal yakılıyor. Müslüm Baba hakkında, arabesk hakkında tiratlar atılıyor. Jilet çiğnemenin püf noktalarını gösteriyorlar ama sakın deneme diye de ağabey tavsiyesi veriyorlar. Böylece hayatıma arabesk müzik girdi.
Hayatınıza bir kere arabesk müzik girdiyse bu asla Beyaz Türk olmayacağınızın kanıtıdır. Acılarını sanat müziği ve klasik müzikle harmanlayan insanlarla aranızdaki mesafenin artacağının habercisidir. O zaman bunu anlatmıyor ağabeyler. Çünkü onlar da bilmiyorlar. Garibin müziği, isyanın müziği deyip efeleniyorlar âleme.
Uzak ihtimallerde “Nereden sevdim o zalimi”, çekip gidişlerde “Her şey gönlünce olsun”, dünya yakamıza yapışıp hesap sorduğunda “Üstüme düşme benim”, günahlar boyumuzu aşınca “Kul günahkârsa Tanrı ne yapsın” can simidi gibi yetişiyordu yardıma. Şarkılar haddini aşıyordu çok defa. En munis adamı koca bir isyankâra dönüştürüyordu. Belki de bu nedenle yıllar sonra bilim adamları aynı şarkıları menekşelere dinletmiş, 2 hafta sonra solup gittiklerini deney sonuçlarına yazmışlardı. Ümitsiz vakaydı Müslüm şarkıları. İspatlanmıştı!
Yıllar geçtikçe Müslüm Baba yaşlanıyor, yeni krallar boy gösteriyor, yumruk şeklinde mikrofon taşıyan ağabeylerine saygıda kusur ediyorlardı. Ama hiçbiri isyan ateşi yakacak kadar ateş düşüremiyordu gönüllere. Bir ‘sonradan kral’ gazetelere demeçler veriyor “Arabesk müziğinin yeni peygamberi benim!” diyordu. Magazin peşinde muhabirler bunu hemen Baba’ya yetiştiriyor ve cevabını sert bir kaya gibi alıyorlardı;
“Ben öyle bir peygamber gönderdiğimi hatırlamıyorum!”