Zaman mahluku
okuma süresi 2 dakikaAynı türküyü dinleyerek masaya oturduk. Sen başladın bir hikâye anlatmaya:
Geçmiş zamanda bir zaman, bir adam yaşarmış. Cümbüş çalarmış. Bir kilisenin zangocuymuş. Ferah bir taşlıkta öğlenleri üzüm koruğu yer, habire kitap okurmuş. Bir gün küçük bir çocukla tanışmış. Aynı mahalledeymiş evleri. Onunla konuşmaya başlamışlar. Çocukla beraber okumaya, dinlemeye başlamışlar. Satranç getirmiş bir gün küçük çocuk. Zangoç yıllar önce oynadığı bu oyunu yeniden öğrenmek istemiş. Çocuğu da kırmak istememiş. Hep yenilmiş çocuğa. Bir zaman sonra da çocuğun sevincini kırmamak için bile isteye yenilmeye başlamış. Çocuk günlerden bir gün, hocasının aslında ona bilerek yenildiğini anlamış ve bu defa o yenilmek için hamleler yapmaya başlamış. İstemiş ki, bunu bilerek yaptığını fark ettiğini anlasın. Zangoç, anlamış. Oyunun ortasında, bu iki fark etmekle, bir süre daha devam etmişler. Sonra zangoç bırakmış oyunu. Bir bilge gibi sakin sakin söylemiş: “Oyun, oyuna benzediği an anlamsızlaşır. Şimdiye kadar sadece ben farkındaydım bunun bir oyun olduğundan. Sen gerçektin. Artık sen de oyunun bir parçasısın. Ama ikimiz de biliyoruz ve bu bilmek, devam etmemizi engelleyecek. Oyun, yalancılık demek değil. Sen üzülme, ben sana hiç yalan söylemedim. Sevindin, kaybettim. Sevinmem için kaybedecektin, fark ettim. Bu oyun burada biter. Gerçeğe dönelim.”
Türkü bitti. Ben rakıya buz attım. Ara çayına artık kimse şeker atmıyor. Hepimiz hepimizi yalancılıkla suçlamıyoruz. Masaya dışarıdan baksalar, bizi mutlu bile sanabilirler.