Melisa Kesmez: “Susmak bazen her şeyden kıymetli.”

okuma süresi 5 dakika
Büyükkeyif yazarı, çok sevdiğimiz öykücümüz Melisa Kesmez ile Mehmet Said Aydın konuştu. Kitapları biraz bahane ettiler.

Melisa, Büyükkeyif’ten bir kitap çıkmış gibi hissediyoruz. Senin öykülerini hep çok hevesle yayınladık, şimdi kitabın içinde bazılarını görmek saadet veriyor işin doğrusu. Yıllardır imzana aşinaydık zaten. Kitabı ben biliyorum ama ilk defa duyan okuyucuya biraz tarif eder misin? Ne oldu senin için ve de?

Bu kitaptaki öyküler aslında bir kitap olsun diye yazılmadılar. Zaman içerisinde biriken bir şeyin doğal sonucu oldu bu kitap. Yeryüzüne bir dizi depremin açtığı bir çukurun yıllarca yağan yağmurla göl olması gibi bir şey.  Çok mu lirik anlattım? Bugün yağmur yağıyor. Belki ondan.

Beni bu öyküleri yazmaya oturtan ise gündelik hayatın içinde gözümün önünden akıp giden trilyonlarca şeyin arasından cımbızladığım, kendimde karşılığını bulduğum fikirler, ve tabii duygular oldu. Orada bir şey vardı, ve benim onu anlatmam gerekiyordu. Anlatmayı severim. Başıma gelen şeyleri ta en başından anlatmak gibi kötü bir huyum var. Bu kitapta anlatılagelenler de mesela otobüste yanımda oturan kadının telefonda komşusuna söylediği bir cümleden çoğalttığım, evde kendi kendime otururken bir anda aklıma gelen çok eski bir anıdan peydahladığım ya da bir rakı masasında karşımda oturan kişinin iki yudum arasında sarfettiği bir laftan süzdüğüm şeyler. Kitabın içinde kendime dert ettiğim şeyler var elbette. Erkekler, kadınlar, anneler, babalar, patronlar, kentler, ölüm ve arkadaşlara dair aklımın içinde döndürüp durduğum meseleler, Hesaplaşmalar vesaire.

Kitabı bekliyor muydun peki? Beklemek nasıl bir şeydi? “İlk kitap” için çok mu titizlendin ki acaba?

melisakesmezgorsel

Elbette ufukta hep bir kitap vardı benim için. Çok eskiden beri. Yazı yazan herkes bir şekilde bir okur arıyor kendine. Ama yazdıklarımı o okurla paylaşma cüretini göstermek o kadar da kolay olmadı benim için. Tam titizlenmek değil ama bu öyküleri yazma sürecinde birden fazla “galiba saçmalıyorum” anı yaşadığımı söylemem gerek. Genel olarak biraz kendine güven sorunum var ve ne yapsam asla tam istediğim gibi olmayacağını düşünüyorum.

Sel’den çıktı kitap. Sel’de yeni bir genç öykücü yan yanalığı da oluyor. Keza İletişim’de de benzer bir durum var. Roman hep orada dursun da, öyküdeki bu gençleşme için ne düşünüyorsun? Can’ı da katmak lazım tabii bu yayınevlerinin içine.

Öyküdeki bu taze kan bence çok heveslendirici bir şey. Benimle aşağı yukarı aynı yıllarda çocuk ve ergen olmuş yazarları okumak beni epey heyecanlandırıyor. Sanırım o yılların hikayeleri yeni yeni yazılıyor.

Kitabın ithafıyla ilgili konuşmak istiyorum bir de. Özlediklerimiz neden bu kadar çok? Bir borç mu ödeniyor acaba ithaf ederek?

Beni anneannem büyüttü. Bugün geriye baktığımda çocukluk adına hatırladığım neredeyse her şey onun mutfağında, onun dikiş makinesinin tıkırtısıyla çınlayan odalarda, onun turşu kavanozlu balkonunda yaşandı. Çocukluğu yavaş yavaş geride bıraktığım bir yaşta, hiç beklemediğimiz bir anda, erkenden aramızdan ayrıldı. Kendimi uzay boşluğunda bir nokta kadar hissettiğim ayları takiben, hızla büyümem gerekti, öyle de oldu. Şahsi sözlüğümde “özlem” mühim bir kelimedir ve karşısında kocaman “anneanne” yazar. Ben bugüne kadar kimseyi o kadar özlemedim. Dolayısıyla, bir ilk kitap ondan başkasına ithaf edilemezdi.

Kitabı ilk nerede gördün? Gördüğün kitapçı hangisi oldu mesela?

Kitabı ilk Mephisto’da gördüm 🙂 Çılgın çalışma saatlerim yüzünden yayınevine gidip görmeye fırsatım olmadı. Kitapçıya varmasını bekledim.

Öykülerde sinema var. Senin hayatında sinema var mı? Bu kadar hunharca genellediğim için de affet.

Senden gelen hunharlıkları sineye çekebilirim 🙂 Sinema benim hayatımda var ama sadece elinden geldiğince film seyreden ve bazı filmleri hiç unutmazken, çoğunu ertesi gün bile hatırlamayan bir seyirci olarak. Bakmayı, seyretmeyi,gözlemlemeyi, bir şeyi düşünürken onu gözümde canlandırmayı seviyorum. Sırf bu yüzden sinema benim için önemli bir boşluğu dolduruyor olabilir. Bir de bir mekan olarak sinema ne şahane bir yerdir! Sinemanın karanlığına film seyretmeye girip de çok önemli kararlar alıp çıkabilir insan.

Kitabın adı neden bu kadar güzel? Dahası, kitabın adı güzel ve nereden?

Güzel bulmana sevindim 🙂 Açıkçası bu cümle bir kitap adı değildi onu ilk bulduğumda. Zaten orijinal bir başlık değil bildiğin gibi. Bilakis klişe bir film repliği. Ama ben güzel cümle gördüm mü dayanamam. Bir yere not alırım, altını çizerim, kenara koyarım, bir gün işe yarar mutlaka derim. Geçen gün Yıldız Tilbe’nin bir cümlesini okudum: “Bugün içimde sokaklar geziyor” Aşık oldum! “Atları bağlayın, geceyi burada geçireceğiz” de hayatın içinde belli bir anı, o anın halet-i ruhiyesini anlatmak için şahane işe yarıyor. Hava kararmıştır, artık durmak gerekiyordur, hele bir sabah olsun duruma bakarızdır. Öyle bir şey.

Uzun zaman kitaplar üzerine yazdın gazete eklerinde ve Sabitfikir’de. Şimdi sen de kitaplısın artık. Ne düşünüyorsun?

“Kitaplı” olmak benim için bu anlamda çok da fazla bir şey değiştirmedi. Kitaplar üzerine yazdığım yazılar bir edebiyat eleştirmeninden çok okur gözüyle yazdığım yazılar zaten. Beri yandan, okumak ve okuduğun hakkında düşünmek başka bir macera, yazmak başka bir macera. Yine de bu ikisinin kardeş olduklarına eminim.

Peki bir şey anlatmak mı, dinlemek mi?

İkisinin yan yanalığından kullanacağım oyumu. Anlatmak, dinlemek, anlatmak, dinlemek, sonra susmak. Evet, susmak da diğer ikisi kadar kıymetli. Bazen her şeyden daha kıymetli.

Yavaştan bitirelim mi? Atları bağlayalım, rakıya doğru meyledelim mi, ne dersin? Bir şeyler söyle ama bitirirken. Ben de sana çok teşekkür edeyim.

Bitirelim. Soru cevaplamak gibi stresli bir işi bunca kolaylaştırdığın için teşekkür ederim Said. Tez vakitte bir masa kuralım, hikayenin gerisini orada anlatayım. Ayrıca öykü kitabımın kardeşi şiir kitabının yolu açık olsun.

About The Author

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.