Tarık Tufan yazdı: “Müslüm Baba’ya açık mektubumdur!”
okuma süresi 5 dakikaDeğerli Müslüm Baba,
Evvela selam eder, hürmetle ellerinden öperim. Cenab-ı Hak’tan acil şifalar dilerim. Bizleri soracak olursan şükürler olsun iyiyiz. Şu vefasız âlemin seyrine daldık.
Kendimi tanıtmak isterim ama muhtemelen tanımazsın. Aslında aynı mekânlarda bulunduk ama yüz yüze gelip sohbet etme imkânımız olmadı. Ben uzaktan sana baktım.
Bizim mahalleye gelmişliğin de var. Fatih Haydar semtine. O zamanlar Haydar sineması vardı. Yazlık sinema. Semtte iki tane yazlık sinema vardı; Yavuz ve Haydar sinemaları. Sen konsere Haydar sinemasına geldin. Haydar, Haydar olalı o günkü coşkuyu görmedi desem yeri var. Belki bir iki Haydarspor maçı öncesi, sonrası olabilir.
Sinemaya giden yolun iki yanına dizilip senin gelmeni bekliyorduk. Askerî yönetim henüz çekiliyordu ve biz bir sivil lideri bekler gibi heyecanla bekliyorduk senin gelmeni. Bunları bugünkü kafamla söylüyorum aslına bakarsan. Yoksa o vakit böyle şeyler nedir bilmiyordum. Bir süre sonra ortalık hareketlendi. Ben küçüktüm, ağabeylerin arasından kafamı uzatıyordum. Bir Reno geldi. İçinde sen, Muhterem yenge ve bir adam daha vardı. İzdiham oldu bir anda. Güç bela seni sinemaya aldılar. Sen şarkılarını daha söylemeye başlamadan Topizik kendini kesmeye başladı. Topizik jilete davranıp göğsünde çentikler atınca, gençler de başladılar kollarını, göğüslerini jiletlemeye.
İnsanlar sorup duruyorlar; “millet neden Müslüm konserlerinde kendini jiletliyor?” Nedenini sen biliyorsun Baba, ben de biliyorum. Kanını akıtan gerçeği söyler. Kanını akıtan inandırıcı olur. Kanını akıtan kurban olur. Kanını akıtanın derdi derinden gelir. Kanını akıtmanın bütün gerekçeleri senin şarkılarını bilenlerin malumu. Gerisini boş verelim.
Biz mahallenin Müslümcüleriydik. Orhancılar vardı ve az biraz Ferdiciler. Öz babam seni sever sayar ama kendisi Gönül Akkor hayranıdır. Evimizde Gönül hanımın bir posteri duruyordu ve annem “evde namaz kılınmaz!” deyip posteri indirmenin derdindeydi. Namaz mı, yoksa Gönül Akkor’a babamın bakarken gözlerinde büyüyen duygu mu bilmiyorum. O poster indi.
Seninle tanışmam o zamanlara denk geliyor.
İlkokul üçüncü sınıfı bitirince çalışmak lüzumu ortaya çıktı. Sağa sola iş bakarken Fatma ablanın oğlu Kürt Metin, Gedikpaşa’da kunduracıda çalışıyordu. “Neden Fatma ablanın oğlu? Babası yok mu?” diyeceksin. Rahmetli Nuri abi o zamanlar Almanya’da çalışıyordu. Çok gelemezdi ondan. Neyse biz kalktık Unkapanı tarafından bastık gittik Gedikpaşa’ya ve ben ilk işime başladım. Usta sorunca, Meto’nun da tembihlemesiyle “beşi bitirdim artık okumayacağım…” deyip işe başladım. Meto da kunduracıydı, Ali, Ercan, Cemil filan pazara çıkıyorlardı, Apo oto tamircisi oldu.
Kunduracı, konfeksiyoncu, oto tamircisi, pazarcı olmasaydık, çocuk olacaktık.
“Bütün ümitlerim bitmiş
Bütün sevdiklerim gitmiş
Yaşamak hevesim bitmiş
Olmuşum bir bağrıyanık”
Senden ilk dinlediğim şarkı bu. “Lan oğlum ilkokul üçü bitirmiş adam on yaşında bağrıyanık mı olurmuş!” diyeceksen, burada susayım.
Sonrasında ne yaşadıysak, fonda senin şarkın çalıyordu.
O zamanlar Gülhane parkında halk konserleri veriliyordu. Dediler ki Müslüm Baba da gelecek. Biz Haydarlılar bir hafta senin konserine hazırlandık Baba. Allah seni inandırsın bir gün öncesinde uyumadan Cumartesi akşamki konsere sabahtan gittik. Bir iki mevzu oldu ama önemli değil. Konser geldi çattı. Biz sana orada olduğumuzu bir şekilde göstermeye çalışıyorduk. Gırtlaklarımız patlarcasına bağırıyorduk; “Bağrıyanık! Vefasız Âlem!”
Biz böyle kendimizi paralarken sen Kasımpaşa tayfasını gördün. Elemanlar bir pankart hazırlamış; “Ne Orhan ne Ferdi, Müslüm Baba sen söyle Vefasız Âlem’i”.
Ben kunduracılıktan konfeksiyona kaydım. Atölyede senin babalığına sığınmış çocukların olarak orada da ne dediysen dinledik.
Dediler ki; “Müslüm Baba Tepebaşı’nda Ceylan Aile gazinosunda şarkı söylüyor.” Atladık gittik. Üstte başta kuruş yok ve içeri giremedik. Gazinonun hemen karşısında yüksekçe bir duvar vardı. Çıkabilir miyiz filan derken harbiden de duvara tırmanıp seni beklemeye başladık. Baba, beyaz takım elbisenle sahneye çıkışın hâlâ aklımda. Beyaz takım elbiseyi bu âlemde iki kişiye yakıştırıyorum. Biri sen, diğeri Yılmaz Güney.
Biz o duvarın üzerindeydik Müslüm Baba. Bilesin istedim. Biz Gülhane parkında bağırıyorduk, o duvarın üzerinde seni dinliyorduk. Gerekirse o jileti vücudumuzun üzerinde gezdirmeye gözümüz kesiyordu.
Bir gün bizim Apo mahalleye geldi heyecanla. Dedi ki; “Oğlum Müslüm Baba’nın kemancısı İlyas Tetik arabasını tamirhaneye getirdi.” Eee? “Beni Müslüm’ün evine götürecek.” “Siktir lan oğlum. Kafa yapma!” “Ekmek, Kur’an hakkı için.”
Aradan biraz zaman geçti Apo yine geldi; “Yarın Müslüm Baba’nın evine gidiyorum.”
Ertesi gün Apo’nun yıllarca anlatacağı mevzu oldu.
“İlyas abi beni arabayla aldı. Müslüm’ün evine gittik. Muhterem yenge de oradaydı. Oturduk, sohbet ettik. Müslüm Baba eliyle kahve ikram etti.”
Doğru mu söylüyor hâlâ bilmiyorum. Ama biz Apo’ya bu hikâyeyi yüzlerce kere anlattırdık. Meselenin ağlattığı yer, senin elinle kahve ikram etmendi. Müslüm Baba’nın yoksulun halinden anlaması meselesini hep buradan anladık. Anlattık da.
Şunu biliyorum Müslüm Baba. Sen bir kaset hazırlamışsın. İçinde acayip damar şarkılar varmış. Dinleyenler intihar edebilirmiş. Devlet kasetin çıkmasını yasaklamış. Sen de kaseti yapımcına vermişsin ve Allah gecinden versin vefat edince piyasaya çıkacakmış. Bunu ben de biliyorum, arkadaşlarım da biliyor.
Senin kararına saygımız var. Ama bu mektubu bir rica için yazıyorum. Acaba o kaseti çıkartabilir misin? Hayattayken, beyaz takım elbiseli bir kaset kapağıyla. Elinde sigara. Dumanı yükselirken…
Eğer mümkünse, biz seni sevenler hasretle kasetini bekliyoruz.
Bu vesileyle ellerinden öper, acil şifalar dilerim