Rakıyla tanışmamak mümkün mü?
okuma süresi 4 dakikaRakıyla tanışıklığım, dünyayla tanışıklığım kadar eski. Düşündüm de, ilk hatırladıklarım annemin yüzü -nedense çok silik-, babam, bahçe, kâğıt 1 milyon ve babamın rakı bardağı. Yaklaşık üç buçuk yaşım civarına denk geliyor. Gündüzleri çok sıkıntıyla geçirdiğimi hatırlıyorum, oynamaktan sıkılırdım, günden, annemin varlığından. Sonra akşam ezanıyla -ya öncesi ya sonrasıydı- Yalan Rüzgârı başlar, az sonra da babam gelirdi. Babamın eve gelmesi, benim için arkadaşlık demekti, gece büyür büyür içime sığmazdı, sonra sızardım.
Babam, iki akşamda bir büyük, kâğıt sarılı şişeyle (tahmin edeceğiniz gibi eski Yeni Rakı şişesiydi bu) gelirdi eve; çoğunlukla barbunya pilaki, sert, lezzetli beyaz peynir de getirirdi. Nedense ilk anılarım kış günlerine dair, oysa hiç sevemedim kışı. O ilk anılardaki kışın nasıl bir şey olduğunu tasavvur edemiyorum, sadece öyle olduğunu biliyorum. Kışın, babamın evde yemek yediğini hatırlamıyorum. Gelir, annemin “terek” dediği mutfak dolabından kadehlerini çıkarır, rakısını ve her zaman hazır olan soğuk suyunu alır, televizyonun karşısına geçerdi. Bazen getirdiği mezeleri bile almazdı, kimini ben taşır, sonraları üzerinde okumayı söktüğüm küçük beyaz fiskos masaya koyardım. Annem, kocası içen her kadın gibi çok söylenirdi. Birkaç kez beni örgütleyip babama sordurduğunu, yakarttığını hatırlıyorum. “Baba, neden sen içki içiyorsun?”, “Baba, içmesen olmaz mı?” Bir kez de arkadaşımın babası içmiyor yaptığımı anımsıyorum. Babam, benim bu sıkıcı sorularıma “bu beni rahatlatıyor, mutlu oluyorum” derdi. Sonra unutur “baba sen büyünce kaldırım mühendisi olacakmışsın ya, ben de kaldırım mühendisi olacağım” demeye başlardım.
Rakıyla birlikte, işkembe, paça çorbası, beyin salatasıyla tanışıklığım da eskidir. Yine bir kış günü, babam beyin salatası yapmaya kalkmış, büyük zorla bana da yedirmişti. Hayatımda hiçbir an bir yiyecekten öyle tiksinmedim. İleriki zamanlarda, kış gecelerinde işkembe çorbası denemeleriyle de tanıştım; bir türlü işkembeyi de sevemedim. Sonra, dışarıya dair anılarım başlıyor, Beylerbeyi, Beykoz ve Anadolu Hisarı’nda içki sofraları; ordövrler, midye-kalamar tavalar, ızgara balıklar. Tabii benim o dönemki içeceğim Meysu vişne. Özellikle Beylerbeyi Öğretmenevi’ni hiç unutmam, orada güzel rakı sofralarına oturdum.
Sonra yaz, anılarım berraklaşıyor. Çatal bıçak kullanmayı, balık yemeyi, mangal yakmayı, salata yapmayı, bir de bakkala gitmeyi öğrendim. Bahçeye sofra kurulur, bazen bakılırdı ki rakı yeterli değil. Böyle zamanlarda çoğu kez karşı bahçedeki evinden teyzemin bağırdığını hatırlıyorum. “Enişte geliyorum, viski çıkar, viski viski. Doktor dedi şekeri düşürüyormuş.”
Teyzemin bu sofralarda hiç içki içtiğini görmedim.
İşte böyle zamanların birinde, ama ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, muhtemelen büyük erkek kuzenlerin ortalıkta olmadığı bir günde, babam beni rakı almaya gönderdi. Tabii bu ilk sefer annemden gizli vuku buldu. Tekel, evimizin yaklaşık 500 metre ilerisindeydi ve o dönemde hafif işlek olan caddeyi geçmem gerekecekti. Tahmin edersiniz ki, bu, 4 yaşındaki bir çocuk için epey tehlikeli. O gün babam bana para vermedi, dedi ki “git Metin Abi’ye ben Mehmet’in kızıyım de, o sana ne vereceğini bilir. İstediğin ne varsa al, kırmadan gel, çabuk.” Şimdi oraya giderken her şey nasıldı, ne düşündüm, bunu hiç hatırlamıyorum, sanırım caddeyi de kolaylıkla geçmiştim. Metin Abi’nin dükkânın kapısını açarken zorlandığımı, bir de babamın tembihlediğini söylerken utandığımı hatırlıyorum. Bıyıklı, saçları ortadan ayrık Metin Abi, rakıyı alt dolaptan çıkartıp bir gazete kâğıdına sonra da kalın siyah poşete sarıp bana kucaklatmıştı. Mükâfat olarak antepfıstığı ve kabak çekirdeği de almıştım.
O görevi başarıyla tamamladım, sonra annemin itirazlarına rağmen birçok kez Metin Abi’ye büyük almaya gittim. Hiçbirinde kırmadım.
Sonra birkaç yaz daha öyle geçti, bu ilk anılarımdan tam 4 sene sonra babam akciğer kanserinden öldü. Evdeki rakı kadehlerinin ne olduğunu bilmiyorum, muhtemelen muhafazakâr anne akrabalarım onları yok etti. Ben, büyüyene kadar rakı sofrası görmedim, ergenlik dönemlerimde okul çıkışı dertlenip alınan Miller’la içki içmeye başladım. Önce hiç içemedim, sonra sonra sevdim. Ta o dönemlerden rakı sofralarına sempati besledim, rakıseverleri muteber buldum. Nice rakı sofrasına oturdum, hep çok sarhoş kalktım ama hiçbir zaman çocukluğumdaki o muhabbeti bulamadım.
Metin Abi’ye geçtiğimiz yaz kardeşime sigara alancaya hiç gitmedim. Sonra cuma akşamı, oturduğum yer için geç sayılabilecek saatte, bira almak için gittim. Metin Abi beni tanımadı, çok da haklı. Aradan yaklaşık 20 sene geçmiş. Bana “siz”le konuştu, “Hanımefendi” dedi; ben “Metin Abi benim” diyemedim.
Metin Abi, neredeyse aynı, 20 yıl yaşlanmış, az aklı aynı bıyıkla, aynı dükkânda, benzer müşterilerle. Hâlâ rakı, bira ve şarap satıyor, hâlâ kuruyemişler hemen cam tezgâhın altında. Yalnız bir değişiklik yapmış Duvel de getirmiş.