‘Baba’nın son selamı…

okuma süresi 5 dakika
Murat Meriç, Müslüm Gürses'in ölümünden sonra yayınlanan albümü "Veda" üzerine yazdı. "Baba"nın köklerine dönüşü olarak değerlendiriyor "Veda"yı. Ve "ölümden sonra yayınlanan albüm" tartışmasına da mühim katkılar yapıyor.

Bitmez tartışmadır: Bir sanatçı öldüğünde terekesini yayımlamak etiğe uyar mı? Bitmemiş albümler, romanlar, şiirler, filmler kamuya açılmalı mı? Sanatçının “Tamam, bu oldu” demediği ‘iş’leri görme/okuma/dinleme hakkımız var mı? En son Amy Winehouse öldüğünde yaşamıştık bu tartışmayı, stüdyoda kaydettiği hazır albümün yayımlanması üzerine… Memlekette Barış Manço’dan Zeki Müren’e pek çok örnek var. Elde kalan Ruhi Su ve Ahmet Kaya kayıtlarının her ölüm yıldönümünde yıllarca yayımlandığını biliyoruz.

Arta kalanın yayımlanması…

Dünyada en ‘bereketli’ler Frank Zappa ve Jimi Hendrix: Neredeyse her yıl ‘yeni’ bir albümleri yayımlanıyor. Bu durum, hayranlarını elbette sevindiriyor. Kendi adıma konuşayım, yeni bir Ahmet Kaya ya da Zappa şarkısını her zaman heyecanla dinleyeceğim için bunların yayınlanmasında bence bir sakınca yok. Ancak böyle düşünmeyen çok. Dolayısıyla, ‘arta kalan’ın yayımlanması her zaman iyi olmuyor.

Memlekette durum biraz farklı: Ölenin ardından hemen eski kayıtlar yayımlanıyor, yıllardır bulunmayan, (niyeyse) basılmayan albümler birbiri ardına (ve ‘çok özleyeceğiz’ gibi notlarla) piyasaya sürülüyor. En son Ferdi Özbeğen örneğinde yaşadık: Sanatçının ilk albümü yeni bir kapak düzeniyle Uzelli tarafından piyasaya sürüldü. Bu, görece ‘iyi’ bir durum zira bir ‘arşiv’ gayreti var. Özbeğen şanslılardan…

Yıllarca çalıştığı plak şirketi (Yaşar), önemli albümlerini üçlü setler halinde yaşarken piyasaya sürmüştü. Ancak herkes Özbeğen kadar şanslı değil: Yaşarken bir katakulliyle izin alınmadan piyasaya sürülen albümler öldükten sonra kelimenin tam anlamıyla dağılıyor piyasaya. Müslüm Gürses, bu anlamda da şanssız. İzinsiz yayımlanan albümü o kadar çok ki, sayısını kendi dahil kimse bilmiyor! Bilmiyordu ya da. Bugün biz yine bilmiyoruz belki ama Müslüm Gürses artık aramızda değil. Korsan albümleri piyasada ama.

Bugüne kadar yayımlanmışlar bir yana, bir sürü Müslüm Gürses albümü, sanatçının hastalık sürecinde yeniden yayımlandı. Bunların en önemlisi, Elenor arşivindeki kimi kayıtların Esen tarafından iki CD’de toplandığı ‘The Greatest Hits of Müslüm Gürses’. İzinli ya da izinsiz, bilinmez ancak sanatçının diskografisindeki mühim yorumları içerdiği için dikkate değer. Gürses’in ölümünden sonra da piyasa durulmadı, yeni ‘toplama’lar için kollar sıvandı. Derken yepyeni bir albümle karşılaştık: Müslüm Gürses’in nicedir sözü edilen ‘yeni’ albümüyle…

Elimizdeki albüm, Kadırga Müzik tarafından yayımlanan ‘Veda’. Diğer ismi, ‘Ervah-ı Ezelde’. 11 şarkıdan müteşekkil. ‘Ah Neyleyim Gönül’le açılıyor, Âşık Mahzuni Şerif’in ‘Bana Yücelerden Seyreden Dilber’ adlı deyişiyle sona eriyor. Arada ‘Karadır Kaşların’ gibi tanıdık türküler de var. Albümü ele almadan, akla gelen soruyu dillendirelim: Bu albüm için neden bu kadar beklendi? Ölmeden önce yayımlanabilecek kayıtlar neden ‘sonra’ya saklandı? Kartonette 14 Kasım 2012 tarihli bir not var: Müslüm Gürses, “bir süre ayrı kalacağız” cümlesini de içeren bir veda notu yazmış. 12 Kasım, Gürses’in hastaneye yattığı tarih. İki gün sonra böyle bir not yazmış olması elbette mümkün. Notta albümün bittiğine dair ipuçları var. Nitekim, yapımcılardan Yusuf Ziya Oran, yazdığı yazıda bunu doğruluyor. Neden bu kadar beklediklerini de anlatıyor aslında. Kötü niyet aramak anlamsız belki, çünkü Oran, albümün hazırlık sürecinde Gürses’in menajeri Nevzat Takmaz’a “Ben adam satmam! Baba iyi olacak, ayağa kalkacak, albüm o zaman çıkacak” dediğini, bu yazıda anlatıyor. ‘Ölümüne saklayalım’ dan öte ‘iyileşmesini bekleyelim’, çakallıktan öte bir umut hali var sanki… Yine de, zaten hazır kayıtların yayımlanmamasını anlamak mümkün değil.

Gelelim albüme: Bu kez eski usul bir albümle karşı karşıyayız. ‘Veda’da ‘Baba’nın köklerine dönüşüne tanık oluyoruz. Arada yaptığı işlerin izleri elbette hissediliyor düzenlemelerde ama ne gam: Müslüm Gürses, bildik tavrıyla ‘okumayı’ sürdürüyor. Bu, bilhassa ‘Kalenin Dibinde’ ve ‘Bunca Gamı Bunca Derdi’ adlı türkülerde hissediliyor. ‘Pencereden El Eder’deki ses titretmeleri ve sesindeki ağda, özlediğimiz Müslüm Gürses numaraları. Albümün uzunhavası ‘Duman Duman Olmuş’ ise bambaşka bir tat: Saz eşliğinde kalpleri titretiyor ‘Baba’. Düzenlemeler, Hüseyin Arapoğlu imzasını taşıyor, eşlik eden orkestra cümbüşten akordiyona uzanıyor. Bilhassa ‘Karadır Kaşların’daki elektro bağlama eşliğini –ki Kemal Arapoğlu çalıyor- ıskalamak olmaz. Albümde bir de konuk var: ‘İp Attım Ucu Kaldı’da Nuray Hafiftaş’ın sesini duyuyoruz. Repertuarı türkülerden oluşan bir albümde yıllardır duymadığımız bir sese rastlamak elbette güzel.

Yusuf Ziya Oran, Müslüm Gürses’in ‘son arabesk albümü’ diye tanımladığı 2004 tarihli ‘Uyanma Zamanı / Kıyak Bitti’nin de yapımcısı. İki yıl sonra yayınlanan ‘Aşk Tesadüfleri Sever’le ‘Baba’nın başka bir yola girdiğini biliyoruz. ‘Veda’, bu anlamda da bir geri dönüş. Belli ki bir veda albümü değil: Elde yayınlanmamış yüzlerce Müslüm Gürses kaydı olduğundan eminiz. Bunlar birbiri ardına çıkacak, dinleyeceğiz. Ancak bu albüm, Müslüm Gürses’in ‘hazırladığı’ son albüm. Bu anlamda sahiden bir veda. Hayranlarını, hem eskileri hem yenileri sevindirecek bir repertuarla karşımızda üstelik ‘Baba’. Dinlemeyen çok şey kaçırır diyemeyeceğiz, o kadar ‘büyük’ bir albüm değil belki ama ‘Baba’nın bize son selamı olduğu için ıskalanması doğru olmaz.

Radikal‘den alınmıştır.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.