Bahçe izlenimleri – I
okuma süresi 3 dakikaLiseyi bitireli 10 yılı aşkın bir zaman oldu. Öğrencilikten çıkalı çok olmadı ama lise, “bir zamanlar” diyebileceğim bir zaman oldu. Aslında, bunu da çok hesap etmemiştim ömrümde. Bunu diyebileceğim bir zaman geleceğini yani. İnsan, bir gün büyüyeceği, yaşlanacağı, yorulacağı fikrinden çok emin bir varlık ama bununla yüzleşmeyi hep daha sonraya ertelemeyi maharetle yapan bir varlık da aynı zamanda. Ajda Pekkan gibi söylersem, hepimiz “ekstrem tenakuzlar” içindeyiz. Böyle böyle geçiyor ömür.
Şimdilerde kaç yıl oldu, çocuklar kaç yüz tane sınava giriyorlar, üst-baş meselesinde son durum nedir, hangi şiir sansürlendi gibi meselelere pek yetişemediysem de, bir süredir iki lisenin bahçesine bakan bir balkonda gün içinde ara ara duruyorum (aslında “sigara içiyorum” demeliyim ama annemin bu yazıyı okuma riski her zaman bir “Demokles’in kılıcı” olarak sallanıyor. Kendisi benim sigara içmeme halen çok bozuluyor ve yok sayarsak “olmamış olacağını” vehmediyor). Parantez içinde itiraf ettiğime göre, eylemi adlı adınca söyleyip devam edebilirim; bir sigaralık vakitte çocukları izliyorum. Her saat bir sınıfın beden eğitimi dersi olduğundan, bahçe daima kalabalık oluyor. İpi hafif sarkık bir voleybol sahası, hemen yanında altına sünger konulmuş (aferin) “orta iyilik”te bir basket potası (çemberinde file var, takdir ediyorum) ve devamında boş bir alan (tabii ki orası da futbol sahası) görünüyor baktığım yerden. Takdir ettiğim şeylerin hepsini geri alabileceğim asıl detaylar, tabii ki bütün bahçenin betondan müteşekkil olduğu ve koca alanı çok kusurlu kullandıkları saçmalığı. Üstelik bahçede derman niyetine bir adet ağaç dışında ağaç da yok. Ama çocuklar tıpkı benim, zamanında yaptığım gibi coşkuyla futbol, basketbol ve voleybol oynuyor. Yüz verme sırasına göre yazdım çünkü memlekette halen en çok futbol, sonra biraz basketbol, ondan da az voleybol oynanıyor. Aralarından bazılarının sabahlara kadar NBA maçlarını beklediğini de adım gibi biliyorum (kırmızı saçlı pointguard çocuk iyi ama boyu biraz kısa).
Görebildiğim kadarıyla, beden eğitimi öğretmenleri halen alt-üst takım eşofmanlar giyiyor. Bu eşofmanların ülke sathı mahallindeki ortak özelliği, estetik denen şeyden pek nasibini almamış olmalarıdır. Sanki beden eğitimi fakültelerinde (BESYO diye kısaltılırlardı eskiden, halen öyle midir bilmiyorum) hususi “Nasıl eşofmanlar giymeliyiz?” dersi var. Nasıl ki doktorlar birleşip “okunmaz yazı” konusunda uzlaşmışsa, beden eğitimi öğretmenleri de aynı konuda büyük uzlaşım içindeler müşahede edebildiğim kadarıyla. Erkekler, futbol maçlarına kızları dahil etmemek konusunda, mevcut geleneği sürdürüyor gibi görünüyor. Ama basketbol ve daha çok voleybol oynayan kız öğrenciler gördüm (Kızların içinde şahane servis kullanan biri var, takdir ediyorum).
Okul bittikten sonra maharetmiş gibi “maç için” kalanları gördüm geçende. Biz daha çok basketbol maçları için kalırdık, büyük prodüksiyonlar yapmışlığımız var hatta. Hakemidir, kamerasıdır, iddiasıdır şeklinde “akşamı ettiğimiz” zamanlar oldu. Olmadı değil. Ama bu kardeşlerimiz, eşofman bile giymeyi bazan zül addediyor gördüğüm kadarıyla. Pıtrak gibi üniversite açıldı, öğrenci sayısında çılgınca artış da olmadı ama bu çocuklar neden hâlâ gönül rahatlığıyla spor yapamıyorlar, anlamıyorum pek. Tahminim, beden eğitimi derslerinde bile, akıllarında çözmeleri gereken o sıkıcı testler var. Havuz probleminden nefret ede ede, havuzun ve suyun kendisinden nefret eden bir kuşak yetişti bu memlekette.
İzlenimlerimi devam ettirmek hevesindeyim. Balkondan görünen bahçeyi seviyorum. İçimden bazı bazı, “Lan o pas öyle mi verilir?” demiyor değilim. Hele, “Gidip iki satır oynasam mı şunlarla?”yı çok sık geçiriyorum içimden. Beyaz yakalılık zor zanaat. Yaşlanmak daha da zor.
Hadi bize iyi günler.