Balıkçı meyhaneleri

okuma süresi 6 dakika
Geçmiş dönemlerde paylaşma ve kaynaşma sofralarının kurulduğu meyhaneler ruhsatlı olarak işletilen “Gedikli Meyhaneler” ve kaçak olarak işletilen “Koltuk Meyhaneleri” olmak üzere ikiye ayrılırdı. Zaman içinde gedikli meyhanelerden bazıları Sultan Meyhaneleri anlamına gelen “Selâtin Meyhaneleri” olarak anılırken koltuk meyhanelerine “Ayaklı Meyhaneler” katıldı.

Geçmiş dönemlerde paylaşma ve kaynaşma sofralarının kurulduğu meyhaneler ruhsatlı olarak işletilen “Gedikli Meyhaneler” ve kaçak olarak işletilen “Koltuk Meyhaneleri” olmak üzere ikiye ayrılırdı. Zaman içinde gedikli meyhanelerden bazıları Sultan Meyhaneleri anlamına gelen “Selâtin Meyhaneleri” olarak anılırken koltuk meyhanelerine “Ayaklı Meyhaneler” katıldı. Ki söz konusu meyhaneler dünya gezgincilerinin piri olarak kabul edilen Evliya Çelebi tarafından “Piyade Meyhaneleri” olarak tanımlanmıştır.

meyhane003

Yüzyıllar boyu geleneksel meyhanelerimiz bu iki tarzda işletilirken zaman içinde belirli kategorilere ayrılmıştır. Örneğin bunlar arasında Harabathaneler, Humhaneler, Bahriyeli Meyhaneleri, Kaptan Meyhaneleri, Küplü Meyhaneler, Çalgılı Meyhaneler, Aynalı Meyhaneler, Sahil Meyhaneleri, İskele Meyhaneleri, Sosyete Meyhaneleri, Taşplak Meyhaneleri bu kategorilerden bazılarıdır. Ancak Humhaneler zaman içinde küplü meyhanelere dönüşürken, 19. yüzyılın ikinci arasının sonlarına doğru geleneksel meyhanelerimiz “Klâsik Meyhaneler” olarak anılmaya başlamıştır.

Bu arada özellikle Cumhuriyet dönemiyle birlikte sahil meyhanelerine ek olarak balıkçılara özel “Balıkçı Meyhaneleri” sahnedeki yerini almıştır. Örneğin, Büyükdere’den Sarıyer’e giderken denizde kurulmuş olan dalyanlarda nasip arayan balıkçıların meyhanesi Sarıyer sahilindeki meyhanelerin arasında yer alırdı. Bu semtin ilerisinde, Telli Baba Türbesi’nin hemen aşağı kısmında, Rumeli Kavağı’nın meydan çarşısındaki balıkçıların meyhanesi iskelenin yanında bulunan sahil meyhaneleri arasında bulunuyordu.

meyhane007

Samatya sahilinde, tren istasyonunun alt geçidinden geçildiği zaman Burç Şarapevi’nin yanında, zemini toprak olan kıraathanenin hemen bitişiğinde Samatya balıkçılarının meyhanesi vardı. Kumkapı’nda ise dalgakıranın arka kısmında bulunun balıkçı barakalarından biri de Kumkapı balıkçılarının özel meyhanesiydi. Bu arada önemli bir hususu da vurgulamak isterim. Sahil meyhaneleri farklı olarak işletilen bir meyhane olurken balıkçı meyhaneleri ayrı bir meyhane türüydü.

Balıkçı meyhaneleri salaş ve küçük mekânlardı, oldukça da bohemdi üstelik. Genellikle tavanları içleri kurutulmuş deniz kabuklularıyla dolu balık ağlarıyla dekore edilirdi. Bir köşelerinde küçük bir içki tevzi tezgâhı yer alırken, yanında da küçücük bir mutfak bulunurdu. Hatta bazılarında mutfakların kapıları bile olmazdı.

Balıkçılar kendilerine ayırdıkları nevaleleri meyhaneciye verir, meyhaneci de balıkları istenen tarzda pişirirdi. Meyhanecinin bütün kazancı birkaç meze türünden, salatadan ve rakıdan gelirdi. O da hemen gelmez tutulan balıklar satıldıktan sonra önce sağa sola ödenecek borçlar ödenir, geriye kalan paranın bir kısmıyla meyhaneciye olan borç kapatılırdı. Söz konusu meyhanelerde bakkal defteri gibi hesap tutulur, tutulan hesabın tutarı ne olursa olsun balıkçının verdiği miktar hesabın kapanmasına yeterli olurdu.

Osmanlı dönemindeki koltuk meyhaneleri gibi balıkçı meyhaneleri de genellikle ruhsatsız, yani kaçak olarak çalıştırılırdı. Bu sevimli ve şirin mekânlar sanki balıkçıların özel lokalleri gibi işletilirdi. Hangi tür olursa olsun balıklar en leziz ve nefis şekilde balıkçı meyhanelerinde pişirilirdi. Meyhaneciler bu konuda uzmanlaşmışlardı âdeta. Bu mekânlarda yapılan midye dolması, pilâkisi ve salatasının midyeleri bile balıkçılar tarafından getirilirdi. Karides, istiridye, tarak, sübye, pavurya için de aynı şeyler söz konusuydu. Bir tür al gülüm ve gülüm alışveriş anlayışı hâkimdi balıkçı meyhanelerinde.

Efsanevi Barba Kör Agop’un balıkçı meyhanesi de bunların içinde çoban yıldızı gibi pırıl pırıl parlardı. Hem de her yana ışık ve neşe saçarak.

Kör Agop’un balıkçı meyhanesine gelmeden önce bir iki hususu vurgulamak gerekiyor. Bilindiği gibi her kıyaslama belirli ölçüler içinde yapılır. Bu nedenle geçmiş dönemlerdeki meyhanelerimizi günümüzün çağdaş ve modern içkili mekânlarıyla kıyaslamak pek doğru olmaz. Kıyaslarsak eğer hem yaşanmış olanlara, hem de o demleri yaşamış olanlara büyük haksızlık yapmış oluruz.

Eski dönemlerde var olmuş olan geleneksel meyhanelerimize o dönemlerin koşullarını nazarı itibara alarak yaklaşabiliriz ancak. Sanırım böylesi daha hakça olur. Örneğin, 1950’li yıllarda yaşam koşulları neydi? Teknoloji hangi boyutlardaydı? Ayrıca, ülkemizde okuma-yazma oranı neydi acaba? Şayet bunları dikkate alıp bir değerlendirme yaparsak daha doğru ve isabetli kararlar alabileceğimizi de göz ardı etmememiz gerekir.

Bir başka hususu daha vurgulamak isterim. Herhangi bir yanlış anlama sebep olmaması için bu önemli vurgulamayı da yapmak istiyorum. Rakı tiryakilerinin, rakı tutkunlarının piri olan Bekri Mustafa’nın 17. yüzyılın başlarında rakıyla tanıştığı ilk mekân olan Kumkapı’daki “Karabıçak Meyhanesi’nin hemen yan tarafında Kör Agop’un gedikli meyhanesi vardı. Bu meyhane ile günümüzdeki Kör Agop’un meyhanesi arasında isim benzerliğinin dışında hiçbir bağlantı yoktur. Çünkü ikisi arasında yüzlerce sene vardır. Buna rağmen her iki meyhanenin de aynı muhitte olması inanılması oldukça güç bir rastlantıdır. Aslında güzel bir rastlantı olduğu da ayrı bir gerçektir.

Şu da inkâr edilemeyecek bir hakikattir ki Efsanevi Kör Agop’un ilk meyhanesi olan Kumkapı sahilindeki balıkçı meyhanesine bizim kuşak ancak kıyısından köşesinden yetişebilmiştir. Orda oturum demlenmedik, demlenemezdik de üstelik. Çünkü çocuk yaşlardaydık o günlerde. Sadece ününü duyuyorduk büyüklerimizden, o kadar. Ama o sahili ve balıkçı barakalarını gayet iyi hatırlıyoruz.

Kum yüklü mavnaların yanaştığı Yenikapı kum iskelelerinin karşı tarafı, tren yolunun hemen alt kısmı mavnalardan çekilen kum tepeleriyle doluydu. Bu tepeler kimi zaman Kumkapı’ya kadar uzanırdı. Zaten Kumkapı semtinin adı da bu kum tepelerinden geldiği söylenirdi. Bu kum tepelerinin bitiminde surlar başlar, surlar geçildiğinde de Kumkapı Dalgakıranı’na ulaşılırdı. Dalgakıranın ön tarafından kayalıklardan çıkardığımız midyeleri sur kalıntılarının dibindi paslı tenekelerin üzerinde pişirip kemali afiyetle yerdik.

Kumkapı dalgakıranı ahım şahım bir dalgakıran değildi öyle. Kayalıkların üzerine torbalar halinde çimentolar atılmış, donan çimentolar da kayaları birbirine bağlayıp dalgakıran haline getirmişti. Yukarıdan bakıldığı zaman dalgakıranın görüntüsü çimento torbalarıyla yapılmış bir istinat duvarını andırıyordu âdeta. Ama üst bölümde dalgakıranın sonuna kadar uzanan oldukça bakımlı ve düzgün bir yürüme yolu vardı. Sahilden bakıldığı zaman sadece bu bölüm görünürdü. Hem de ihtişamlı bir şekilde.

Dalgakıranın sahil bölümü tamamen balıkçı barakalarıyla doluydu. Bu barakalardan biri balıkçıların uğrak ve sığınak yeri durumundaki bir balıkçı meyhanesiydi. İşte bu meyhane Kör Agop Usta’nın 1930’lu yılların sonlarında açtığı ilk meyhanesiydi. Bu arada önemli bir bilgiyi paylaşmak istiyorum sizlerle. Kör Agop, Kumkapı Meydanı’na yakın ara sokağın içinde bulunan bugünkü efsanevi meyhanesini 50’li yılların ortalarında hizmete açmıştı. Mekânı da dönemin ünlü barbalarından Minas Usta’dan kiralamıştı. Minas Usta’nın tarihi meyhanesi ise bugün meydanda bulunan havuzun kenarındaki “Olimpiyat Meyhanesi”dir.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.