Benim Meselem
okuma süresi 5 dakikaFırlar gibi kalktım masadan. Hesap için gereken parayı tabakta kalmış peynir kırıntılarının içine atıverdim. Bir an dursam kararlılığıma halel gelecek diye korktum. Taksiye bindim palaspandıras. Şehrin en yüksek binalarından birinin adını söyledim. Bulvarlardan geçerken birkaç ay evvel kurduğumuz barikatların anısı ve yapmak üzere olduğumun hiç yapmamam gereken olduğu kaygısıyla kımıl kımıldı kalbim. Aşkın ekonomi politiğine dönecek olursak, cebimde 25 lira vardı. Para çekmekle vakit kaybetmek istememiştim. Bu aklıma gelir gelmez şoföre söyledim;
– Cebimde 25 lira var, yetecek mi bilmiyorum. Üstelik yolda bir yerde durup çikolata almamız gerek.
Taksici geri vites yapacakmış gibi elini yan koltuğa atarak dönüp yüzüme baktı. Göz göze geçirdiğimiz bir anın sonunda:
– Gönül meselesi galiba… dedi ve uslu uslu gülümsedi.
Yakalanmış bir çocukça gözlerimi camdan dışarı kaçırdım. Hiç konuşmadım.
Gelebilir miyim, demiştim, gelebilirsin tabii, diye mukabele etmişti. Bu denli kısa ve net miydi her şey, bu kadar anlaşılır? Birkaç haftadır görüşmüyorduk. Bu dönüşüm nasıl bir dönüş olacaktı? Yan anlamları üzerine düşünmek istemiyordum. Bir kucak istiyordum, sadece bir kucak. Gerisini ben de hesap etmemiştim. Bir uyku. Tek gecelik mi, yoksa bir kış uykusu mu olur artık… Hesap etmemiştim dedim ya. Ama ilişki işteşti, ilişmekten ilişki, iki kişilikti. İki kişinin çok bilinmeyenleri de girince işin içine, hem matematik hem hayat bilgisi gerektiren bir denklemdi. Muhasebe yerine bir 20’lik daha içmeyi tercih etmiştim.
Ani bir frenle kendime geldim. Etrafı kolaçan ettim; burası gelmemiz gereken yer değil. Tekrar aşk acımın yörüngesine girmiş ve her şeyi unutmuş olsam gerekti. Taksici de dalgınlığımdan yararlanıp beni döndürüp dolaştırmış, üstelik yanlış bir yere getirmişti. Az evvel kendimce attığım tribin, cevapsız bıraktığım sorusunun intikamını almak istiyor olabilirdi. Soluğumdan yayılan anason kokusu da cesaretini arttırmış olacak muhakkak… ”Bu ne rezalet!” diye bağıran bakışlarımı takınarak gözlerimi dikiz aynasındaki gözlerine diktim.
– Şurada bir pastane var. Çikolata yaptırmak istemiştiniz… dedi müşvik müşvik.
Yanılmışlara özgü bir hırs ve hırçınlıkla arabadan indim. Fotoselli cam kapısı beni algılayıp açılacak mı diye tedirgin olduğum pastaneye girer girmez yatıştım. Tatlı kokusunun teskin edici bir yanı vardı. İçerisi kara kışa inat alabildiğine sıcaktı. Titizlikle düzenlenmiş ışıklı raflara ne kadar bakakaldım, bilmiyorum.
– Yardımcı olmamı ister misiniz? dedi pastaneci tombik oğlan.
Herkesin pastaların arkasında görmek isteyeceği bir yüze sahipti. Şişman ve sağlıklı. Gönlünüzce yiyip şişmanlayın, gene de benim kadar mutlu olabilirsiniz, der gibi bir hali vardı. Tezgahtarların takma mütebessimliği yerine sahici bir sevecenlikle bana bakıyordu. Muhtemelen asgari ücretle çalışıp işe metrobüsle gidip gelen birinin hayatından bu kadar memnun olması hayrete şayan bir şeydi. Sistemin başarı hanesine yazılmalıydı elbet. Ama o an bana umut vermişti.
– Sevgilim için çikolata almak istiyorum, dedim.
Sonra ona gülümsedim kocaman. Üstüme sarhoş sevimliliği inmişti. Tombik oğlanın gösterdiği cicili bicili paketleri, ”Kız istemeye gitmiyorum, bunlar olmaz” diye reddederken bile şirin sayılabilirdim. Tatmam için minik küreğinin ucunda bir şeyler uzatırken,
– Anlıyorum, siz basit ama şık bir şey istiyorsunuz, dedi tombik kendinden memnun. Ben de memnundum doğrusu; çocuğa bak, genç yaşında insan sarrafı olmuştu. Metrobüste Dostoyevski falan mı okuyordu acaba?
Post cihazını bekliyor olmamıza aldırmadan, bir roman kahramanı edası takındım:
– Aslında, dedim, aslında eski sevgilim… Beni kabul edecek mi etmeyecek mi ondan bile emin değilim. Gelebilirsin dedi ama, eh bu da pek bir şey demek değil.
Hem ben sahiden gitmek istiyor muyum bakalım? Gitmemeli miyim? Kapıdan girer girmez boynuma mı atılacak, yoksa gene korkup uzak mı duracak biraz? Bende de ne gurur kaldı ne bir şey… Paketi çaktırmadan sehpaya mı bıraksam, eline mi versem? Kimse değişmez, madem biliyorsun ne zorluyorsun? Üstünde gene o şort mu vardır? Mazoşizm bu işte düpedüz, zevk alıyorsun kızım sen acı çekmekten. Gece gece o şapşal arkadaşlarından biri çat kapı gelmese bari. Başıma ne geldiyse sarhoşluktan, rakıdan gaz alıp neden mesaj attım ki ben… diye düşünürken geldik. Büyüklüğüyle insana kendini hiç gibi hissettiren berbat binanın önünde durduk. Taksici 3 lira para üstü verdi. Elim ayağım titremeye başlamıştı heyecandan, arabadan indiğimde yürümekte zorlanıyordum. Zahiri kurtarmaya çalıştıkça daha çok batıyordum. Derin bir soluk almak için duraladım. Şoför bu anı bekliyormuş gibi arkamdan seslendi:
– Han’fendi!..
Sersem bir yarım daire çizerek ona döndüm. Bana doğru geliyordu. Kollarımı kavuşturarak savunmaya geçtim, neye yarayacaksa!..
– Hanımefendi, dedi, eğer dönmek isterseniz, işte, telefonum yazılı bur’da, n’olur çekinmeyin, beni arayın. Dünyanın bin türlü hali var, hani arkadaşınızı bulamazsınız evde ya da banka falan bulamazsınız açık, para önemli değil, yani dönmek isterseniz…
Tükenmezle numaranın yazıldığı kağıdı tutan eline bakakaldım. Orada bir yüzük izi gördüm. Kendi gidip kara parmakta yerini belli edecek bir hale bırakan yüzük. Nereye baktığımı pekiyi anlamış gözlerine baktım.
– Gönül meselesi mi? dedim.
Kağıdı elime aldım ve sessiz tebessümüne acemice karşılık verdim.
– Teşekkür ederim, diye kekeledim, yani çok.