BURSANAME

okuma süresi 4 dakika
Bursa'dayım. Onu aramadım. Belki yarın eve dönünce onu arar ve onu ararken nasıl da hayatımın meyhanesini bulduğumu anlatırım. O bunları duyunca şöyle der sertçe: Saçmalık!

Bursa’dayım. Bir kenti bilmeyen biri ne yapmalıysa onu yaptım. Aylak aylak dolaştım. Parklarda, sokaklarda, mezarlıkta. Sait Faik gibi insan sevdim, göğün bulutsuz otların yeşil olmasını mesele edindim. ”Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık!”1 değil mi efendim? Koca çınarlar altında kitap okudum, ezberden şiir okudum. Tek başıma iki az şekerli söyleyip garson şaşırttım. On yıl kadar önce, amatör rehberlerin en şahanesiyle şehrin tüm anıt yapılarını gezmiştim. Aklımda kala kala Ulu Camii’nin koca hatları önünde namaza duranlar, bir de Yeşil Cami’nin yeşili kalmış. Gene de ayıp olmasın diye şöyle bir dolandım. Koza Han’daki kahvecinin tabak koleksiyonundan öte ilgimi çeken bir şey bulamadım. Ara sokaklardan aşağı bıraktım kendimi. Yamyassı şehrin orta yerine kazık gibi kakılmış TOKİ’lerle karşılaşınca uzaklaşmak istedim hemen.

Bu şehre biri için geldim. O birinin geldiğimden henüz haberi yok. Çok tanımadığım ve pek merak ettiğim biri. Sürprizlerden hoşlanmıyordur belki. O vapuru kaçırmasam, yandaki iskelede Bursa feribotu durmasa, kalkmasına on dakika kalmasa, her şey başka türlü gelişirdi. Bana da sürpriz oldu yani. Nasıl duyuracağım peki geldiğimi? Ulu Cami önünde bir selfie?

ulucami

Karar vermeden evvel aç karnımı doyurmalı. Bulvarın karşı kıyısında eski usül tabelalı, önü vitrin dolaplı bir yer dikkatimi çekti: Emek Lokantası. İçinden tramvay geçen bulvarı tek hamlede geçtim. Baktım, baklalarla enginarlar borcamlarda diri diri. Buram buram esnaf lokantası davetkarlığı. ”Abi, ben sizin şu baklanızı bir tadayım,” diyerek daldım içeri.

Kadın olmanın çok zor olduğu anlar vardır. Bu onlardan biriydi. İçerideki 6-7 masadan boş birine oturdum. Cinsiyetime cinsiyetçi bir küfür savurdum. Dört amca, iki de garson vardı. Dört amcanın da önlerindeki masalarda birer bardak rakı. Saat daha beşe çeyrek vardı.

Çantadan kitabımı çıkarıp gömdüm burnumu. Bu daha münasebetsiz oldu. Zahiri kurtarmaya çalıştıkça batmak huydur bende.

– Öyleyse ben de bir tane içeyim!.. dedim baklayı mermer masaya bırakan garson abiye. (Bıyıkları neredeyse Ayhan Işık’tı.)

Tavşan deliğinden içeri düşmüş gibiydim. Öyleyse burnumu kuma, kitaba falan gömmek saçma.

Rakı gelmesi gerektiği gibi geldi. Elbette. Sadece rakı olarak. Susuz, buzsuz.

emeklokantasii

Amcalar dört ayrı masadan birbirleriyle konuşuyorlardı. Trafoya giren kedilerden bahsediyorlardı. Bunu ilan eden bakana gülüyorlardı. Kediler paralel yapı mı kurmuşlardı, otuz altı ilde birden!.. Hah hah ha.

– Arka çıkmak gibi olmasın ama, dedi TEDAŞ emeklisi Ertuğrul abi, oluyor bunlar. Ben bu işin içindeyim biliyorsunuz, kaç kedi çıkarttık öyle, kızarmış nar gibi… Biliyorsunuz aylardan mart, kediler kızışmış, sıcak yer arar. Trafonun içi…

Bardağın yarısında gelen cesaretle, hayallerimin meyhanesini buldum, dedim kendi kendime, burdaymış işte!

– Abiler, dedim, buraya kadın gelmiyor pek herhalde. Ama ben esnaf lokantasıdır diye gelmiş bulundum, e siz de bir tanrı misafiri, bir yeğen gibi kabul edeceksiniz…

Beni muhabbetlerine sessizce buyur ettiler. Çiçek Pasajı’nda masalara gazete kağıdı serilen günlerden, Lig Tv almayarak biracıları nasıl mekandan uzak tuttuklarından, rakıya buz istemiş olsam nasıl gözlerinden düşeceğimden söz ettik. Garson abi karşı masanın mermerinde köfte yoğurmaya başladı. Herkesin içinde… İçen yiyemez, yiyen içemez derdi dedem, dedim. Ama buranın köftesi meşhur, biz sana köfte ısmarlayalım, dediler. Yedim. İçmek için günün en güzel saatleri bunlar, dendi, herkes hemfikir. Geceler garibindir, dedi o zamana dek hiç konuşmamış biri.

– Bak, dedi emekli subay Ahmet abi, önümde 35’lik görüyorsun ya benim, mekanda 20’lik kalmadığından… Zaten öyle ayrı gayrı şişemiz falan yoktur pek bizim. Neyse, ben dörtte oturur, yediye kadar üç kadeh içerim. Evde içmem, kimseyi rahatsız etmem. Gerçi rahatsız olacak kimse de yoktur, hanımla biz… İçsem içerim. Ama gene de evde içmem, devam etmem, bur’da içerim.

Oturduk or’da içtik. Onu aramaktan vazgeçtim. İkrardan sayılan bir sükût vardı içimde. Geldim demedim. Abilerle birlikte çıktık Emek Lokantası’ndan. Günler uzamış, hava yeni kararmıştı daha. Kapının önünde öğretmen emeklisi Münir abiyle bir sigara içtik.

– Tebrik ederim, dedi, ayakların seni buraya getirmiş. Ama seni bu lokantaya ne çekti, biliyor musun? İsmindeki ”emek” çekti seni…

kozaHan_tabaklr

Bazen hiç tanımadığımız biri bizi okur. Yoldaki tabelaları okur gibi gayrıihtiyari. Ansızın. Hemencecik de söyleyiverir. İşte öyle anlara sarılmak gerekir. Somut ve sonrasız. Hiç tanımadığımız insanlara sarılabilmek gerekir. Onları tanıdıktan sonra da sarılabilmek gerekir ama. Kafam leyla, biraz edebiyata kaçtım, biliyorum.

Bursa’dayım. Onu aramadım. Belki yarın eve dönünce onu arar ve onu ararken nasıl da hayatımın meyhanesini bulduğumu anlatırım. O bunları duyunca şöyle der sertçe: Saçmalık!

1 Sait Faik, ”Hişt Hişt”

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.