“Fırtınada Ceviz Kabuğu”
okuma süresi 2 dakikaSaate baktım. Kalkmalıydım artık. Saatle de alakası yoktu ya hani, o masada daha oturacak neyim vardı. Tam ayaklandım, mantomu alıyorum iskemlenin arkasından, “Sana yangınım ben. Geri dön” dedi. Büyük laflar etmeyi ne çok severdi. Şiirlerden arakladığı, kitaplarda altını çizdiği, gerçek hayatın içinde bi garip duran, bende artık karşılığı olmayan büyük büyük laflar. Geri oturdum. “Ne yapıyorsun?” dedim. Sigarasından bir nefes alıp dumanların arkasından seslendi: “Yüzümü hayata dönüyorum. Sen, çocuklar olmadan ev boş bir gemi. Fırtınada ceviz kabuğu. Alabora olmak üzereyim.” Al işte! Bir tane daha! Eve gelirken iki paket makarna al desen, eli ayağı dolanır ama böyle üst perdeden, böyle şair şair konuşması ne kolay. Baktım boşalan bardağımı dolduruyor. “Dur” dedim. Yapıştırdı cevabı: “Bir çağlayana dur diyebilir misin? Dinler mi seni?” Çıldıracağım. Bir tatsızlık çıkmasından korkuyorum, yoksa ceketimi alır çıkarım, umurumda olmaz. Kararım kesin sonuçta. Boşanıyorum. Artık oturup mütalaa edecek bir şey yok. Ama yine çok içti, ne yapacağını kestiremiyorum. “Tamam” dedim, arkama yaslandım, “Ama önce bir telefon edeyim eve, merak etmesinler.” Dışarı çıktım. Ayaz iyi geldi. Evi aradım, asayiş berkemal. Çocuklar uyumuş. Anneme de yatmasını söyledim, “Beni bekleme.” Bir sigara yaktım girmeden. Yalnızlık ne güzel şey. Evli ve çocuklu bir kadının yalnızlığı hele. Bütün dünyanın sesinin kesildiği o an. Masaya döndüm. Kafası önüne düşmüş, eli hala rakı bardağını kavrıyor sıkı sıkı. Derin derin nefes alıyor. Uyku nefesi bu. Tanıyorum. Hesabı istedim.