“kalk! ütü yapacaksın”
okuma süresi 5 dakika“kalk! ütü yapacaksın”
“kalk! ütü yapacaksın” sesiyle uyanıyorsun. kesik, kesik, mekanik bir ses. tam duracakmış gibi oluyor, gene başlıyor.
“kalk! ütü yapacaksın” kapalı gözlerinle, yatağın yanındaki komodine uzanıyor, el yordamıyla telefonu arıyorsun. meret ulaşılabilir bir yerde değil. ses çıldırtıyor seni “kalk! ütü yapacaksın” bir yandan telefonu bulamadığın için küfrediyor, öte yandan da alarmı kimin bu şekilde ayarladığını düşünüyorsun. bulmalı ve kapatmalısın onu. yoksa kocan da uyanacak.
çoktandır sabahları uyanmakta zorluk çekip, alarmları el çabukluğuyla kapatıp uyumaya devam ettiğinden, uyanabilmek için telefonu biraz uzağa, yere koyuyorsun. seni yeterince hareket ettirip uyandırabilecek kadar uzağa, kocan uyanana kadar kalkıp kapatabileceğin kadar yakına. alarm çalmaya devam ediyor “kalk! ütü yapacaksın” sonunda elini uzatmak yerine beline kadar yataktan ayrılıp ulaşıyorsun telefona. “durdur” ve “ertele” tuşlarını görüyorsun. “durdur” komutunu seçiyor ve huzura ermeyi bekliyorsun. durmuyor alarm. o anda anlıyorsun ki kendini kurmuşsun. alarm değil çalan.
yıllardır aynı terane. kalkıyorsun, çay suyunu ocağa iliştirip, yüzünü yıkamaya gidiyorsun. kahvaltıyı hazır edip, kocanı, oğlanı kaldırıyorsun. onlar evden çıkınca arkalarını ve mutfağı ve odanı ve nihayet kendini toplayıp işe yetişiyorsun. arabayı kocan kullandığı için sen minibüsle gidiyorsun işe. senin iş yerin daha yakın çünkü. ve dahası zaten kocan arabayı sahiplenip sen minibüsle gidebil diye bu semtte oturuyorsunuz. iki araba fazla memur evine, bir tane yeter. ona da koca biner. memur çiftler arasında daha araba alınmadan yapılmış sözsüz bir akitti uyguladığın.
“kalk, ütü yapacaksın” yeni ama. gece yaparsın sen ütüyü. yemek yendikten, mutfağı topladıktan, oğlanın ödevlerine yardım edip çantasını hazırladıktan ve ertesi akşam yenecek yemeği hazır ettikten sonra, uyumadan önce. kocan titiz bir adam; asla ütüsüz gömlek giymez. her sabah kahvaltısını yaptıktan sonra masadan kalkar, dişlerini fırçalar, tıraş olur, odaya gidip hazır ütülü gömleğini bulur, bazen bulamaz bul diye seni çağırır, giyinir, aynanın karşısında kravatını boynuna iliştirir. sana “kolay gelsin” der ve öyle çıkar evden. oğlanın çantasını da eline alır ama.
özenli adam kocan, jilet gibi olsun ister gömleği, pantolonu. olsun, olsun elbette. bir sabah da ütüsüz görse pantolonunu, gömleğini diye geçiriyorsun aklından, “kalkmıyorum ya”. ne olur ki diye düşünüyorsun, kalksın kendi yapsın. yapamaz ama, bilmiyor ki garibim. annesi hiç yaptırmamış, hep annesinin suçu. yıllarca hazırlayıp koymuş önüne.
“ölsem ne yapacak?” diyorsun. biliyorsun cevabını da; bulur başka birini ütüsünü yapacak. hemen hem de. derler ya “karısı ölen erkeğin acısı dirsek acısı gibidir” diye. o kadar çabuk işte, yatakta başka bir kadın olur kalkıp ütü yapacak. bunları düşününce kızıyorsun kocana. “terk etsem” diye geçiyor aklından. “yıllardır şu çektiğim çileye bak, köle miyim ben?” aklından şu bile geçiyor; “kalksam, ütüyü fişe taksam, gömlek yerine göğsüne bastırsam kızgın ütüyü.” kılları cız eder yeminle. ne de pis kokar şimdi.
hâlâ kalkamadın, yataktasın. o mekanik sesi duymaktasın da “kalk! ütü yapacaksın” belinden yukarısı yere meyilli, elin hâlâ telefona uzanmış vaziyette. ses kesilsin diye elinle telefona dokunup duruyorsun. kesilmiyor. hızlıca yatağa geri dönüyor bedenin, sırtüstü tavana bakıyorsun. her sabah aynı şey oluyor, önce tavana bakıyorsun, sonra yanında “öküz” gibi uyuyan kocana, önce kıskanıyorsun, sonra ufaktan bir nefret geliyor, tam kalkma anında içinde bir tekme atma isteği. sevmiyor musun artık onu? siliyorsun soruyu zabıttan. bilindik sıralamaya hazır, kafanı sağa çeviriyorsun.
kocan yok. nasıl yani? nerede bu adam? tuvalete mi gitti? oysa tembelliğinden asla gece tuvalete kalkmaz, sabah hiç kalkmaz. onu uyandırmak için sabahları neler çekersin sen! önce “canım”, sonra “mücahit, hadi”, daha sonra “heyy!” ve en sonunda “allah’ın cezası” olur kocan. her sabah aynı sırayla. allah’ın cezasını duymadan kalkmaz. alıştı. hep annesinin suçu!
sevmiyor musun kocanı? seviyorsun aslında. ondan değil bu. hâlâ gözleri ışık saçıyor, hâlâ sesi içini gıdıklıyor, hâlâ geceleri ona sokulmadan edemiyorsun. çok yorgunsun sadece. sevişmekten bile yorgun. her yere yetişmeye çalışmaktan yoruldun. filmlerdeki süper anneyi oynamaktan, eve, işe, yemeğe, kocaya, çocuğa ve elbette ütüye koşmaktan yoruldun. en çok ütüden yoruldun. kalkıp ütü yapman gerek kocan için, ama gel gör ki kocan yanında yok. bir an “aman! yat uyu neriman” diyorsun kendine. tam yorganı üzerine çekecekken, daha yeni, anlıyorsun bir sorun olduğunu. ya da umursuyorsun.
hızla yataktan kalkıyorsun. kalk zaten artık, çok oyalandın. tuvalete, mutfağa, oğlanın odasına bakıyorsun. yok. “televizyon izlerken mi uyudu benden sonra?” diyerek salona geçiyorsun, yok, yok. telefon geliyor aklına, hemen arıyorsun. telefon kapalı. tam daha da endişelenecekken kocanın telefonunu görüyorsun karşıda. “niye kapatıyor bu adam telefonunu yatarken? benden ne gizliyor?” diyorsun. biliyorsun ki saçmalıyorsun. yeniden endişeleniyorsun, panikliyorsun, tam ağlamaya başlayacaksın dış kapının sesini duyuyorsun. kapıya koşuyorsun. kapıda kocan.
elinde bir ekmek, gazete, tek bir gül. kırmızı ve de.
kendine kızıyorsun, tüm düşündüklerini tekrar düşünüp her birini değiştirerek kazıyorsun beynine. seviyorsun kocanı. yorulmadın hiç. ütü yapmayı da seviyorsun sen. tövbe ediyorsun. “allah’ım affet. beni affet. amin.” söz veriyorsun “asla terk etmeyeceğim seni.” hepsi hepi topu beş altı saniyede oluyor bunların. sevgi dolu gözlerle kocana bakıyorsun. “erkencisin” diyorsun, “teşekkürler” diyorsun, yanağından öpüyorsun.
“dişim ağrıdı gece boyu, kalkıp ekmek gazete alayım bari dedim” diyor kocan. çiçekten laf açmıyor. alışkın değil ya çekiniyor galiba diyorsun, bir şey demiyorsun. çiçeğin üzerinde bir not var; “ahh canım, nasıl da kibar” diye geçiriyorsun içinden. gözlerin doluyor. notu eline alıyorsun, el yazısı değil. okuyorsun.
“belediyemiz tüm kadınların dünya kadınlar gününü kutlar”
usulca mutfağa gidiyorsun. çayı demleyip, kahvaltıyı hazırlıyorsun. oğlanı kaldırıyorsun. babası gazetesini okuyor masada. odaya geçip oğlanın yeni yıkanmış okul hırkası ile, kocanın beyaz gömleğini ütülüyorsun.
“hepsi annesinin suçu.” diyorsun. “hep o annesi!”