Levent Cantek: Büyük laflar edemem, Ankara’yı sevdirmek gibi bir derdim yok anlayacağın. Yaşayıp gidiyorum. Bi bildiğim fidayda.
okuma süresi 3 dakika“Ankara miti”nin oluşmasında mühim bir katkınız var. Nedir bu “Ankara”?
Ben böyle sorulardan korkarım. Ankara miti de karışık kuruşuk iş hem…Katkım falan da yok aslına bakarsan. Burası benim yaşadığım yer, sadece benim değil dedelerimin de doğup büyüdüğü bir yer. Güzel mi? Yok öyle adam akıllı güzel bir yer değil. Eskiden daha güzeldi diyeceğim, len nostalji yapma diye kendimi tutuyorum. Sevdiğim insanlar var, burada okumuşum, serpilmişim, en çok burada sevinmişim gülmüşüm ağlamışım. Burası aklımda olan bir yer. Dumankara çıkınca bir gazeteci Ankara-İstanbul karşılaştırması yapmamı istedi. Yapmam dedim, ısrar etti. O kadar insan biraraya gelmiş, hikâye anlatmışız, densiz ne soruyor. Tam sayfa ayıracakmış. Soru göndermiş, bir İstanbullu gelse Ankara’da nereye götürür müşüm. Töbe yarabbi, la bebe ben turist rehberi miyim dedim, yüzgeri ettim. Sonra düşündüm, e yani nereye götürürüm sahi dedim. Dank etti kafama, İstanbul’da millet toplanınca nereye gidiyoruz diyorlar. Bi kafeye bi bara gidiyolar. Biz burda birbirimizin evlerine gideriz. Arkadaşımı dinlerim ben, içimizi dökeriz, laflarız, anlatırız filan. Büyük laflar edemem, Ankara’yı sevdirmek gibi bir derdim yok anlayacağın. Yaşayıp gidiyorum. Bi bildiğim fidayda.
Yayıncılık için epey külfetli bir şey yaptınız. Uzun zamandır -ben de dahil- birçok kişi bekliyordu. Dumankara‘yı anlatır mısınız biraz?
Dizi senaryosu yazıyordum, reyting işleri iyice karışınca, sular durulana kadar başka bir şey yapayım istedim. Daha önce birlikte çalıştığım çizerlerle konuştum, başkalarını aradım. Hesapladım, 1500 civarında mektup yazmışım, bazı çizerlere her gün cep mesajı attım. Bitiyor di mi diye sordum. Güzel oldu, üç ayda bitirdik. İleride 40 çizerli bir iş yapacağım kafaya koydum. İnsan hayatta hatırlayacağı, hatırladığında mutlu olacağı işler yapmalı. Yeni ve iyi insanlarla tanıştım, çalışma süreci meşakkatliydi ama hafızam iyi değildir, acılı kısmını unuttum bile. Kitabı anlatmayayım, hafif kederli, Ankara ağzıyla ekseriyetle yoksulları anlattığım, güzel çizilmiş çokça sayfası olan bir albüm. Grafik roman diyoruz böylesine…Ha gardaşım bunu da yaz.
Ankara’da bir efsane olarak anlatılan meşhur “İletişim bürosu”nda neler var şimdi? Hakikaten iki kişi misiniz?
Bak ya…Efsane filan yok, geleni karşılıyoruz. Evet iki editörüz. Asıl yük İstanbul’da. Biz Ankara’da yancı gibiyiz. Türkiye’de kitap, nasıl anlatayım, o hengâmede, son anda ve ne yazık ki hızla üretiliyor. Ben daha çok işi bitirmeye ve hayatımdan çıkarmaya çalışıyorum. Aynı anda yedi sekiz iş yapıyorsunuz, unutmamak için notlar alıyor, kendime mailler atıyor, saat filan kuruyorum. Ve yetişemiyorum aslına bakarsan. Şu aralar Türkçe edebiyatla ilgilenmek, yeni yazar aramak hoşuma gidiyor. Ne konuşsak lafı oraya getiririm. Yoksa büroya gelen giden farklı türlerde çok kitap var.
Genç yazar “keşfetmek” konusundaki maharetiniz de ortada. Var mı bir sırrı?
Sır yok. Metni iyi okumak gerekiyor, okumaya çalışıyorum. Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok dosya geliyor. Bazen yağıyor hatta. Bir şeyi beğenirsem mutlu oluyorum, ısrar ediyorum. Bir yeteneği görmek bence çok zor değil. Asıl zor olan öğretici olmak, 10 üzerinde 6 alan çocuğu 7 ya da 8’e çekmek maharet istiyor. Mesela Tanıl (Bora) bunu yapabilen bir adamdır. Ben her zaman bu sabrı gösteremiyorum. Öğrenmem lazım. Bir şeyi beğendiysek ikimiz de okumuş oluyoruz. Yazarla konuşmak gerekiyor, kardeşlik ve yol arkadaşlığı önemli. Bilmeli ki onun başarısından ben mutlu oluyorum, onun yazdığı şeyi iyi okuyorum, yanındayım. Böyle işte.