Lou Reed // New York’un has rocker’ı

okuma süresi 4 dakika
Maalesef Lou Reed'i geçtiğimiz günlerde bir sabah kaybettik.

Maalesef Lou Reed’i geçtiğimiz günlerde bir sabah kaybettik. Şimdi insanların çoğu pek bilmez ancak bu ufak tefek ama zehir gibi zeki ve norm dışı adam, aslında çoğu insanın en azından reklamlarda bir şarkısını duyduğu (“Perfect Day”), konvansiyonel müzik anlayışına karşı olan akımların filizlendiği ve, o insanlığa biraz da olsa bir umut veren o güzelim dönem olan 60’ların sonundan gelen soğukkanlı ama son derece dürüst bir müzik adamı, günümüze kadar kendinden sonra gelen bir çok müzisyeni etkilemiş ve muhtemelen bıraktığı eserlerle de etkilemeye devam edecek olan, falsosu olmayan bir tumturaklıkla yoluna, her daim fazla sağa sola sapmadan devam eden bir müzik adamıydı.

Malum, Lou Reed deyince akla hemen Andy Warhol, o dönemki New York avant-garde sanat ortamı dekadansı ve bu çerçevede “Factory” adlı popüler mekânın etrafında yine pop-art’ı icat eden adam olarak bildiğimiz Andy Warhol’un öncülüğündeki proje grubu olarak, manken/şarkıcı Nico, John Cage, oda arkadaşı Angus Maclise ve Lou’nun liseden arkadaşı gitarist Sterling Morrison, o zamanlar pek sık rastlanmayan kadın davulcu kontenjanından Maureen Tucker ve tabii ki Lou Reed’in de içinde bulunduğu “The Velvet Underground” adındaki deneysel rock grubu ve pop-art’ın simgelerinden sayılan muzlu albüm kapağı gelir.

O zamana dek görülmemiş dobralıkla seks, uyuşturucu gibi (bkz. Heroin) konulardan sıradan olaylarmış gibi bahseden şarkılardan oluşan albümleri, önde gelen müzik dergisi Rolling Stone tarafından eleştiriye bile değer bulunmamış, radyolar çalmayı reddetmiştir. Zaten Velvet Underground, hiçbir ticari başarı da kazanamaz, ancak bugün bile çıkardıkları az sayıda albüm, Punk, Indie, Glam Rock türlerinin öncülü olduğu kabul ediledursun; günümüzde modern müziğin ilham kaynağı olmayı sürdürmektedir. Daha sonrasında 1970 senesinde, John Cage ile hiç barışmayan karakterleri yüzünden gruptan ayrılarak solo kariyerine atıldı Lou Reed. İngiltere’de, ‘uzaydan garibi’ androjen rock yıldızı David Bowie’nin desteğiyle albüm kaydetmeye devam eder. Burada yaptığı ikinci albüm olan ‘Transformer’ ile tabiri uygunsa kefeni yırtar ve geniş kitlelerce tanınır. Zaten en bilinen şarkısı olan Perfect Day, Walk On The Wildside, Sattelite of Love gibi kırık şarkılar da bu albümdedir.

Ancak arada geçen yıllar içinde ‘keyifle ve kararında’ içmediği alkol ve bağımlısı olduğu uyuşturuculara olan aşırı düşkünlüğü, hayatını zora soktu Lou dayının. Yakın zaman bu alışkanlıklarından kurtulsa da, bir arkadaşıyla ortak kullandığı bir enjeksiyon iğnesi yüzünden hepatite yakalandı ve bunun sonucu bu yıl başında karaciğer nakli geçirdi. Sonrası malum. Bedenibir daha kendine gelemedi.

Benim açımdan ise Lou Reed deyince aklıma daha çok David Lynch’in olağanüstü metafor bombardımanı, gündüz vaktinde olsunlar tarzı 35mm kabusu Kayıp Otoban filminin ses kuşağındaki’This Magic Moment’ şarkısı geliyor nedense. Bu şarkının çaldığı sahnede yönetmenliği sanki Lou Reed eline almış gözüküyor. Şarkı-film sahnesi uyumunda tepe noktası adeta:

 

Lou Reed, uzun zamandır hayat arkadaşı olan, ABD’li performans sanatçısı ve müzisyen (bu ikili tanımlamayı da kullanmış oldum, sanki müzisyenlik sanatçılık değilmiş gibi, vurgu amaçlı diyelim geçelim) Laurie Anderson ile evliydi. Lauire A., son derece deneysel bir parça olmasına rağmen, İngiltere müzik listelerinde beklenmedik bir şekilde 2 numara olmayı başarmış ‘O Superman’ adlı, 1981 tarihli ‘Big Science’ adlı albümünde de bulunan şarkınınenteresan bir şekilde sahibidir.



Laurie Anderson demişken, sevgili eşinin ölümünün ardından yaptığı duyuruyu da ekleyelim ve bir yazının daha burada sonuna gelmiş olalım. Çünkü aslında yazacak çok şey var, bitmez bu yol.

“Komşularımıza:

Ne de güzel bir sonbahar! Her şey pırıl pırıl ve altından ve şu inanılmaz sakin ışık. Su bizi çevreliyor.

Lou ve ben geçen bir kaç yılımızı burada geçirdik, ve her ne kadar şehir insanları olsak da, burası bizim ruhani mekanımız oldu.

Geçen hafta Lou’ya, onu hastaneden çıkarıp buraya getireceğime söz vermiştim ve sözümü yerine getirdim de!

Lou bir Tai Chi uzmanıydı ve son günlerini burada mutlu ve doğanın gücü ve şefkatiyle gözleri kamaşırcasına mutlu olarak geçirdi. Pazar sabahı ise, ağaçlara bakarken ve müzisyen ellerini havada ettirerek, meşhur 21 farklı tai chi formunu pratik ederken öldü.

Lou bir prens ve savaşçıydı ve biliyorum ki dünyadaki güzellikeri ve acıları anlatan şarkıları, insanları, onun hayata karşı duyduğu inanılmaz neşeyle donatmaya devam edecek. Yaşasın üstümüze ve içimize sinen bu güzellikler.

-Laurie Anderson
sevgili eşi ve sonsuz dostu”

Bu yazının en tepesindeki foto-portre, Lou Reed’in hayattayken çekilmiş son fotoğrafıdır son olarak. Huzur içinde…

 

 

 

About The Author

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.