Muzaffer Buyrukçu: “Cemal Süreya ile Son Gün”
okuma süresi 3 dakikaTürk edebiyatı tarihine giren ve çok konuşulan bir olay vardır; şair Cemal Süreya ile yazar Muzaffer Buyrukçu dönemin cumhurbaşkanını intihara davet ederler gazeteye ilan verip. Bu elbette “jest”tir ve epey ilgi çeker. Aynı Muzaffer Buyrukçu, Cemal Süreya’nın “son gününe” de şahitlik eder. Yer, Cağaloğlu’nda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’dir. Ve elbette başrol rakınındır.
Koluna girdim, sağına otururken seslendim garsona. “Bize bir rakı, kapalı olsun, beyaz peynir, domates söğüş!”
Dirseklerini masaya dayadı. Geçenlerde sihirbaz sakalını andıran, vakit vakit maviye boyadığı sakalını kesmişti, bugün bıyıklarını da tıraş etmişti. “Bıyıkların işini bitirmişsin.”
[Cemal Süreya] “Heyecanlandım, ellerim titredi” dedi.
[Muzaffer Buyrukçu] “Yanağında da derin bir çizgi var” dedim.
“Rakı söyledin mi?”
“Geliyor. Yiyecek bir şey ister misin?”
“Kendine söyle!” dedi.
“Birlikte yersek söylerim!” dedim.
Kırmak istemediğinden, “Peki, yerim. Ama sen yedireceksin!” dedi.
“Memnuniyetle” dedim, “Geçen hafta da yedirmiştim.”
Bardağına yarıya kadar rakı yarıya kadar su koydum.
(…)
İkinci yudumda Cemal Süreya’nın ellerinin titremesi azaldı. Güzel yüzündeki kara sarı renk dağıldı, bildiğim anlamlarla kaplandı. Rahatladım, sırtımdan bir ton ağırlık kalktı.
Davranışlarını incelercesine izleyen [Halil İbrahim] Bahar, “Ağacım senin durumunu iyi görmüyorum ben” dedi.
“Stres yüksekliği var bende tansiyon yüksekliği gibi” dedi Cemal Süreya bitkinlikten ve grilikten sıyrılmayı başaran bir sesle.
“Üç aydır zayıflıyorsun ama, kilo veriyorsun” dedi Bahar.
“Sen de tuhafsın doktor” dedim, “Hem kilo verin zayıflayın diyorsun verince de eleştiriyorsun.”
“Cemal’in kilo verişi sağlıklı değil” dedi Bahar.
“Ben verdiğim kilolardan şikâyetçi değilim” dedi Cemal.
(…)
“Ben seni herkesin sevdiği birine benzeteceğim.”
“Kim bu?”
“Charles Boyer” dedi. “Onun kadar yakışıklı mıyım?” dedi Cemal Süreya.
“Daha fazla… Sen de kimi vakit onun gibi gözlerini kısarak bakıyorsun” dedim.
Teşekkür ederim, dedi Cemal Süreya, rakıdan bir yudum aldı ama peynire el sürmedi, kestim bir parça tabağına koydum. “Ye bakalım, dalga geçmek yok, tamam mı?”
“Tamam” dedi, çatalı peynire batırdı.
“Cemal abi telefon!”
Cemal kalktı, geldiğinden biraz daha iyi ama gene tökezleyen adımlarla yürüdü.
“Cemal’in durumu iç açıcı değil,” dedi Bahar.
“Ne yapmamız gerekir?” dedim.
“Hemen hastaneye yatması, tedavi olması gerekir, gecikirse kötü şeyler olur… Ben Cemal’i hiç böyle görmedim,” dedi Bahar.
“Ben de görmedim” dedim.
(…)
Menemenin çoğunu Cemal Süreya’nın önüne sürdüm. “Hadi soğutma!”
Ekmeğini bandı suyuna, ağzına götürdü. “Lezzetli!”
“Bir kırıntı bırakmayacaksın!” dedim.
Öner Ciravoğlu, “Sizi biraz solgun gördüm” dedi.
“Halsizim” dedi Cemal Süreya. “On gündür doğru dürüst yemek yemedim. O bir yanlışlıktı, şimdi anlıyorum.”
“Neden yemediniz?” dedi Öner Ciravoğlu, “Yemek yemek unutulur mu?”
“Çalışmaya dalmışım, unutmuşum” dedi Cemal Süreya.
“Rakıyı unutmadın ama…” dedim.
“O unutturmadı kendini” dedi Cemal Süreya.
(…)
“Ben atlatırım bu bunalımı, hiç merak etme” dedi Cemal Süreya.
“Ya atlatamazsan, ya ölürsen?” dedim, boynuna sarıldım. “Ne olur yapma öyle bir şey.”
“Yapmam. Seni yalnız bırakmam. Biz kardeşiz, kader arkadaşıyız. Türk edebiyatında ilk kez bir başbakanı düelloya çağırır gibi intihara çağırıp hayatlarını ortaya koyan insanlarız” dedi Cemal Süreya… Gözleri dolmuştu.
“Ölme!” dedim.
“Ölmeyeceğim. Altmış dört yaşına kadar yaşayacağım.”
“Altmış dörde varınca bir on yıl daha uzatırız” dedim.
“Uzatırız” dedi Cemal Süreya, bu kez o beni kucakladı, yanaklarımdan öptü.
Birbirimizin gözlerine bakarak bardaklarımızı tokuşturduk. “En kötü günümüz böyle olsun!” dedim.
“Böyle olsun… Olmasın!” dedi Cemal Süreya.
Muzaffer Buyrukçu
“Cemal Süreya ile Son Gün”, Gösteri dergisi, Şubat 1990.