Al Capone’la rakı masasında…

okuma süresi 6 dakika
"Osho Kazım daldı söze bu kez, 'Abi, uzun yoldan geldik. Taa 2013'ten em açız, em de susadık. Kuralım bi rakı sofrası anlatalım sana er şeyi!' dedi. Yanından ayırmadığı meşhur çıkınından rakı, şalgam, beyaz peynir klasiğini çıkarttı. Hep beraber masaya oturduk."

Astral seyahati duymayan yoktur sanırım. Fiziki bedeni terk edip zamanda ve mekânda istediğiniz yere gidebilir, istediğiniz herkesi ölü ya da sağ görebilirsiniz. Astral seyahat gurum olan, Hindistanlı geçinen ama aslen Trakya Çocuğu Osho Kazım’la, bir astral seyahat yapalım dedik. Kazım acayip makara, âlemci, keyifçi bir dostum. Doğu felsefesine olan merakı ve bilgisi şaşırtıcıdır. İlkokul terk olduğu halde bu kazım Budizm, Jainacılık, Hinduizm, sadizm, faşizm, hedonizm bütün doğu batı felsefelerini yalamış yutmuş, hatta zamanında Hindistan’a gidip meşhur filozof Osho ve Dalai Lama ile sohbet etmiş bir abimiz. Bu felsefeleri onun Trakyalı lisanından dinlemek ise apayrı bir keyif. Dalai Lama, bizim Kazım abiye “Burda kal gitme, rahiplerimi yetiştir,” demiş ama Osho Kazım, Trakya’dan hele ki rakısından asla vazgeçemez. Geçememiş de zaten. “Yok be ya aşmetmaapları naabayım Tibet’in dağlarında. Gideyim memlekete çekeyim rakı şalgamımı, ben orda eriyom zaten er içtiğimde.” Demiş abimiz. Dalai Lama bakmış ki Kazım zaten aydınlanmış ona öğretecek bir şey kalmamış, demiş “Getir bakalım şu rakından bir de ben tadayım.” Osho Kazım çıkarmış çıkınından rakısını, şalgamını, beyaz peynirini… İçmişler ve elbet güzelleşmişler. Dalai Lama akabinde sendeleyerek kalkmış, Kazım abiye bakıp müthiş bilgece bir söz söylemiş rahiplerin şaşkın bakışları altında: “Öpüjem!..” Odur budur budist tapınaklarında kural olmuş, sebepsiz öpüşürler.

Osho Kazım böyle bir adamdır işte. Koş gel astralde gezelim deyince hemen kabul ettim ama sormadan da edemedim “nasıl olacak o iş?” diye. “Sen bana bırak…” deyip beni hipnotize etti. “Nereye gidiyoruz?” deyince 1920’ler Amerika’sına gideceğimizi aktardı. İçki yasağı zamanlarıymış meğer. “Yahu,” dedim ardından “içki yasağı var. Hadi ben neyse de sen nasıl yapıcan orda içkisiz? Esas, rakısız?” Osho Kazım bilgece gülerek “Sen raat ol be ya! Çok ağır bi abiye gitçez o bulur bize içkinin kralını!”

“Al Capone!..”

Kelimelerini duydum ve kendimi bir solucan deliğinde buldum. Yıldızlar, galaksiler yağmur damlası gibi geçiyor yanımızdan. Bulutlar arasından ışıklarla bezenmiş Şikago’yu gördüm. “Abi!” diye bağırdım. “Çok sert düşüyoruz!” “Rahat ol” dedi Kazım abi, “ruhsal paraşütler takılı, bi’şecik olmaz!..”

Derken loş ışıkla aydınlanmış, dört bir yanında fötr şapkalı, “Baba” filminden fırlamış adamlarla dolu bir odada bulduk kendimizi. Sol yanağında gözünden kulağına kadar bir yara olan (namı değer “Scarface”) iri dudaklı tombul suratlı, şaşırtıcı derecede sevimli gelmiş geçmiş en büyük gangster Al Capone kanlı canlı karşımda duruyordu.

Sanki bizim geleceğimizi biliyormuş gibi üstelik Türkçe olarak (bu seyahatlerde herkes sizin dilinizden konuşur) “Hoş geldiniz…” dedi.

Ne yalan söyleyeyim, çok tırsmıştım. Osho Kazım abem “oşbulduk, bütün filmlerini seyrettim büyük ayranınızım,” dedi. Al Capone, “Ne filmi lan! Ben artist miyim?” diye terslenince, dedim şimdi naneli b.k yedik! Hemen atılıp “Al Capone abi biz ileriki zamandan geldiğimiz için sizle ilgili yapılmış filmlerden bahsediyor arkadaş!” diyiverdim.

Al Capone’nun yüzü değişti. Biraz hoşuna da gitmişti belli ki (Bilenler bilir, rahmetli hava atmayı çok sever). “Yaa, demek filmimi yaptılar ha!” dedi.

“Evet, hatta Alcatraz hapishanesinde yatarkenki sahneler süperdi.” dedim.

Yüzü asıldı, “Ne? Hapse mi giriyorum?”

Osho Kazım daldı söze bu kez, “Abi, uzun yoldan geldik. Taa 2013’ten em açız, em de susadık. Kuralım bi rakı sofrası anlatalım sana er şeyi!” dedi. Yanından ayırmadığı meşhur çıkınından rakı, şalgam, beyaz peynir klasiğini çıkarttı. Hep beraber masaya oturduk.

“Rakı içtin mi abi daha önce?” deyip girdim söze. Malum Amerika’da içki yasağı var o esnada ve Şikago’da bu yasaktan deli para yapan Al Capone’layız. “İçmedim,” dedi, “ben viskiciyim. Kanada’dan bir şekilde sokuyoruz viskiyi, yasak işe yaradı, durumlar güzel bizim açımızdan ama rakıyı ilk defa duyuyorum.” dedi sakince.

Al Capone bu, bilinmez havalar gibi… Ne zaman delleneceği belli olmayan tiplerdendi. Tırsmaya devam ediyorduk açıkçası. Ama gayet kibardı şimdiye dek. Neyse ki Kazım abi rakı bardağı da getirmişti yanında. Al Capone büyük binalara benzetti bardağı. Kazım abi “Rakı, bardağında içilmezse ziyan olur” dedi bilgiç bilgiç.

Kadehler kaldırıldı.

“Neye içelim? E tabii ki sana içelim abi” deyip tokuşturduk kadehleri. İlk birkaç kadehten sonra ortam iyice yumuşadı. Biz de başına ileride neler geleceğini, vergi cezasından ve Alkatraz’da yatacağından tutun da, frengi olup aklını kaybedeceğine, içki yasağının kaldırılacağına kadar her şeyi anlattık.

Cümlelerimiz bitince ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Al Capone’nun bütün neşesi kaçmış, beti benzi atmıştı. Tabiri caizse adamın moraline dinamit döşemiştik.

Arkasında duran zeballah gibi bir adama dönüp, “Mayk, kapıları kitle, benim beyzbol sopasını getir. Bu itleri de bağlayın!” dedi.

Bir anda rakı atmosferi yerini, dehşet atmosferine bırakmıştı. Elimiz ayağımız titreyerek, yalvarır durumdaydık. Bilsek adamın içkisi pis, anlatır mıydık hiç bunları?

“Abi kurbanın olam yapma!” dedim. “Biz seni sevdiğimiz için anlattık. Uyarmak için yani. Lütf…”

Osho Kazım daha lafım bitmeden aldı sözü “Al Capone abi yeminle seni severiz zarar gelsin istemeyiz.” İki gözümüz iki çeşme ama ne fayda?

Al Capone, “Kim gönderdi lan sizi? Türk mafyası mı!” diyor, biz daha da korkuyor ve ağlıyoruz.

“Aman abi,” dedim “gözünü seveyim 1920’deyiz. Şikago’da Türk mafyasının ne işi var?”

“Benim viskiler yerine rakı mı satacaksınız lan …?” dedi. Noktalı kısmı edeben yazmıyorum, siz anlayın.

“Yok abi ne rakısı, ne mafyası?” diyorum, “Kazım abi  bi’ şey yap göz göre göre ölücez burda!..” diye bir yandan Kazım abiye yalvarıyorum.

İki fedai bizi yere yatırdı. Ayakkabılarımızı çıkardılar, iple ayaklarımızı bağlayıp sıkıca tuttular ve yatırdılar falakaya. Al Capone nasıl vurduysa ayağımın dibinden burnumun direğine kadar acıyı hissettim!

“Abi yapma, aaahhh!” demekten başka konuşamıyordum. Kazım abiden çıt çıkmıyordu bu arada, adi herif meditasyon bildiği için acı hissetmiyordu. Olan bana olmuştu!

“Kazım abi senin ağzına sıçayım, koca tarihte bula bula bu herifi mi buldun misafir gelecek, bi şeyler yap kurtar bizi!..” diye canhıraş bağırdım.

“Konsantre ol!” diye cevapladı. Bu arada darbeler ardı ardına inmeye devam ediyor, canımın acısından nefes alamıyordum. Al Capone başıma gelip “Şimdi de beynini parçalara ayıracağım…” dedi. Bitmişti artık, her şey buraya kadardı. Elveda hayat, elveda çökelek deyip son duamı etmeye hazırlandım.

Tam o sırada derinden Kazım abinin sesini duydum. “Uyan! Uyan be yaa abe uyansana” diyordu. Gözümü açtığımda Osho Kazım başımda bekliyordu. “Bu olanları bir kişiye dahi anlatırsan seni öldürürüm,” dediğimi hatırlıyorum. Yıllarca konuşmadım onunla, sonra bir hafta sonu kapım çaldı.

Elinde çıkınıyla Osho Kazım karşımda duruyordu.

Rakı şalgam beyaz peyniriyle.

“Abe barıştık mı?..”

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.