Boğma rakı bizi yerimizden etti
okuma süresi 2 dakikaGeçmiş bir zaman, İstanbul Avcılar semtine bir akraba ziyaretine gittik. Aylardan Ramazan: Hiç bilimsel olmayan araştırmama göre memleketin yüzde 80’i oruçlu, yüzde 15’i oruçluymuş gibi yapıyor, geri kalan yüzde 5 de oruç tutmadığı için ayıplanıyor. O Ramazan, biz yine “ayıplananlar” kısmındaydık.
Bizim ailede hiç oruç tutan olmadı. En azından, aşırı bilimsel araştırmalarıma göre ben tespit etmedim henüz. O gün yaptığımız akraba ziyaretinin sebebi de, Tekirdağ’dan gelen boğma rakıyı içip güzel yemekler yemekti. Vazifemizi layıkıyla gerçekleştirirken hiç zorlanmadık. Aile saadeti içerisinde tüketilecekler tüketildi. Fakat sıkıntı baş gösterdi: İçilmemiş rakılar vardı zulada.
Ertesi gün, elimizde birkaç boğma rakı şişesiyle (pet kutuda) koyulduk yola. İstanbul dedikleri yer kocaman, Avcılar ile bizim evimiz arasında epey vesait var. Şahsi teşebbüse uzak olduğumuzdan, toplu taşımayla seyahat ediyoruz ve yol çok uzun. Bulgaristan sınırından İzmit’e gidiyormuş gibi uzun. “Misafirle birlikte gitmek için tutturan çocuk” kadrosundan, evin oğlu da bizimle gelmek için tutturdu. Canımıza minnet, onu da aldık yanımıza. Güzel güzel seyahat ederken, bizimki tutturdu (bu yazıda inadıyla tanınmış oldu zaten): “Ben susadım!”
“Suuu suuuu” diye inleyen çocuğa yapılacak şey belli. Çantadaki şişelerden birini uzattık. İçti. Sessizlik. Ve nidası: “Boğma rakı beni boğduuuuuu”.
Bizim küçüğün “boğma rakı” demeyi öğrenmesine mi yanarsın, onca insanın içinde feryat etmesine mi, oruçlu insanların hışım dolu bakışlarına maruz kalmaya mı… Dertlerden dert beğendik o kalabalıkta. Bir süre sonra otobüsün için rakı kokmaya başladı. Bizim küçük efendi de çakırkeyifleşti, “başım dönüyor” falan diyor.
Baktık olacak gibi değil, indik otobüsten. Boğma rakı, bizi yerimizden etti.