Doğru açı, bıçak ve sonsuz acı

okuma süresi 7 dakika
Önder Abay'dan, sert, çok sert bir hikâye. Bir ilk hikâye, büyükkeyif için. Sezer mi, Sezen mi bazen karıştırıyor: "Dünyaya mutsuzluğun yeni tariflerini keşfetmek için geldiğimi düşünüyorum, 11 yaşımdan beri."

Selam ben Sezen, 16 yaşındayım ama 30 yaş olgunluğu taşırım. Gazoz kapaklarından kolye yapmasını ve sigara içmesini çok severim, yemek yapmaktan ve yemekten nefret ederim. Kitap okumam, dolabımda dizili kitaplara aldanmayın, çoğunu sigaramı zulalamak için kullanırım. Çok arkadaşım yok, annesiyle arkadaş olabilen aptal kızlardan sayılmam. Şu yerde kanlar içinde gördüğünüz kişi babam, Metin. Arkadaşları arasında Pele olarak tanınır. Futboldan ve Sezen Aksu’dan hoşlanan tipik bir baba. Onu yaklaşık iki saat önce üç bıçak darbesiyle öldürdüm. Kendimi tanımaya başladığım, kadınlığımı hissettiğim ve konuşmayı öğrendiğim iki buçuk yaşımdan beri Pele’ye aşığım. Bu yüzden annemden nefret ederim. Ama hikaye ve ceset sizi yanıltmasın, bu bir aşk cinayeti değil. Bu ölümün nedenini size anlatmayı düşünmüyorum;anlatacağım başka şeyler var.

Sekiz yaşına geldiğimde annem bir çocuk daha doğurmak için babama baskı yapmaya başladığında ilk annemi öldürmeyi düşündüm. Ama birini öldürmek için sekiz yaş ideal bir yaş sayılmaz, o zamanlar ateşli silahlardan haberdar değildim. Hiçbir şeyden mutlu olmayı beceremeyen, huzursuzluğu kronik bir hale gelen sürtüğün teki annem. Sarışınlığıyla övünen tiplerden, ölürken bile alımlı kalmak için bir ailenin geçineceği parayı kuaföre bayılan enayinin teki. İlk kuaför deneyimimi yaşattığı için ondan ayrıca nefret ediyorum. Annemi tanıdıkça, mahallenin Tarık Akan’ı Pele’yi nasıl ayarttığını anlıyorum. Bu tarz kadınlar sizin de çevrenizde vardır, hırsları uğruna bütün bir ülkeyi kılıçtan geçiren komutanlar gibi gaddar olabilirler.

Bundan önce size bir şeyler anlatmayı denedim, ancak bir cinayetle dikkatlerinizi üzerime toplayabildim. Kalabalık kentlerin yalnızlıklarını taşıyoruz hepimiz. Bizi önemli hissettiren bir düzenle karşı karşıyayız çünkü. Kendinden başka hiçbir şeyi önemsemeyen annelerle, ölümünü hızlandırmak için yaşayan babalarımız var çünkü. Pişmanlıklarımızı bir türlü atamıyoruz üzerimizden çünkü. Sanki sen tek başına kalmışsın da geri kalan milyarlarca insan sana savaş açmış gibi geliyordur size de. Bu saldırganlık nerede son bulacak, hangi zafer durduracak bu insanlığı. Size otuz yaş olgunluğu taşıdığımı söylemiştim. Herkes uyuduğunda, sokak lambaları, kaldırımlar, büyük binalar uyuduğunda odamın penceresinden 45 derecelik bir acıyla geceye sarkarak bunları düşünürüm. Böyle gecelerde sigaradan yakın bir dostunuz yoktur. Bu yüzden sigarayı bırakmak isteyen insanlara sakın güvenmeyin, bir gün sizi de bırakabilirler.

Size bir şeyler daha anlatacağım ama önce parkenin üzerinden sızarak yatağımın altına girmeye çalışan kanı silmem gerekiyor.

Ucuz, her yerde bulunabilen sarı temizlik bezleri ile temizlik yapmak bir çile haline dönüşüyor, özellikle pıhtılaşmış kanı temizlemek istiyorsanız. Bir insanı bıçakla öldürmenin iki riski var: Birincisi ortalığa kan sıçrıyor, ikincisi de son nefesini verene kadar gözlerine bakmak durumunda kalıyorsunuz çünkü öldüğünden emin olmak zorundasınız.

Gerçek aşkı yaşamış olan kızlar iyi bilir ki, bir dönem sevdiğini öldürmeyi düşünmüştür. Çünkü sevmenin böyle sapkın bir tarafı da vardır. Televizyonda izlediğimiz cinayetlerin bazılarının adı o yüzden “aşk cinayeti”dir. Öldürmek istediğimiz kişiye duyulan duygunun başka bir adıdır ‘aşk’ bence. Bazı geceleri yaşamak isterken öldürülürsünüz. Çünkü, ağlamak üzereyken terk edilirsiniz daima, uyumak istediğinizde huzurunuz bıçaklanır, günlerce uyuyamazsınız. Odanın ortasında yüzüstü yatan bir ceset varken ölüm konusunu uzatmak istemiyorum.

Sokakta yürürken sigarayı avucunun içinde saklayan adamları babama benzetirdim hep, gördüğü her camekândaki yansımasından kendini beğenen kadınları da anneme, ama kendimi kimseye benzetemiyorum. Dünyaya mutsuzluğun yeni tariflerini keşfetmek için geldiğimi düşünüyorum, 11 yaşımdan beri. O yüzden süslü hayaller kurmam, çok düşünür az konuşurum. Biliyorum babamı neden öldürdüğümü hâlâ merak ediyorsunuz. Merak dünyanın en tehlikeli uyuşturucularından biridir. Hem meraklı hem âşıksanız bu uyuşturucu zevk vermek yerine acı veren bir zehir haline dönüşüyor. Acaba şu an kiminle? Acaba beni düşünüyor mu? Acaba yokluğuma alıştı mı? Sorular, sorular… Bu soruların sonuçları gayet sorunludur, hiçbir cevabın size yetmediği anlardan bahsediyorum. Başka bir insanın dolduramayacağı derin boşluklardan, her gün dinlediğiniz şarkıların artık bir anlam ifade etmemesinden bahsediyorum. Eğer geceleri seven biriyseniz her ihtimali en az kırk kere düşünmek için yeterli zamanınız vardır. Ve inanın zaman bazen her şeyin ilacı değil, bizzat yaranın kendisidir.

Size anlatacaklarım bitmedi ama babamın cesedini banyoya taşıyıp odamı toparlamam gerekiyor.

Odamı tahmin edersiniz, zevksiz bir annenin yerleştirdiği bir sürü gereksiz eşyayla dolu. Bazen odanın tam ortasına salıncak kurup kalan tüm eşyaları camdan aşağıya atmak istiyorum. Yalnızca küllüğüme kıyamazdım sanırım. On altı yıllık bu uzun ömrümde beni mutlu eden tek hediye bu küllük. Basit ama zarif, sanki “bir konuşsam size neler anlatırım” der gibi hali var. Tabii ki bu hediyenin bana kimden geldiğini de size söylemeyeceğim. Çünkü insanın sırlarının olması, bazı gerçekleri kendine bile söylememesi gerekir. Ama durun size başka gerçekler anlatayım. Sizi biraz yalanlarımdan arındırayım. Yalan söylediğim için utandığımı düşünmeyin sakın, ama bazen insanlıktan intikam almanın en güzel yoludur onları gerçeklerle tanıştırmak.

Adım Sezen değil, Sezer. Yani bir kız değil, vücudunun %75’i işlevsiz olan, erkekliğinden utanan biriyim. Erkeklikten utanıyorum çünkü babamdan nefret ediyorum, erkeklikten nefret ediyorum çünkü annemi çok seviyorum. Konuşamıyorum, konuşamayanların duyma organı fazla gelişir diyenleri yanıltacak kadar az duyuyorum. Yürüyemiyorum, 45 derecelik bir açıyla yattığımda boynumu ve sol ayağımı oynatabiliyorum. Vücudumda yatak yarası denilen büyük yaralar var ve hiçbir şeyin bu yaralar kadar acımayacağını düşünürdüm, soğukkanlı amcamın anlattıklarını dinleyene kadar. Hastalığımın sebebi akraba evliliği. Evliliği de denemez aslında, annem babamın dokuz yaş küçük kuzeni. Amca çocukları yani, bir gün tecavüz ediyor hiç tanımadığım anneme, hiç tanımadığım babam. Hamile kaldığı anlaşınca evin bir odasına kilitleniyor aile büyüklerinin kararınca. Hamileliğin ilerleyen dönemlerinde sancısı tutup ağlayan anneme, küçük amcam “hem orospuluk yapıyor hem de sızlanıyorsun” diye saldırıyor. Bu saldırılar defalarca yapılıyor, doktora göre sakat kalmamın büyük nedeni bu tekmelermiş.

Doğumu mahallenin tanınan ebesi Sultan diye birine yaptırıyorlar. Böyle bir olayı kimseye söylememesi için büyük paralar alıyor bu adi ebe. Annemin çok kan kaybettiğini gördüğü halde susuyor. Doğumun ertesi günü babam ve amcam annemi bir kadın çorabıyla boğup, tavanda kurulmuş düzenekte asıyorlar. Beni de bir acil servisin önüne bırakıp kaçıyorlar, Yeşilçam filmlerinin öğrettiği gibi. Bir süre hastanede tedavi gördükten sonra, yalnızca özürlü çocuklarının bakıldığı bir yetiştirme yurdunda büyütüldüm. Bu yurtta en yakın arkadaşım olan Sezen’i yarattım, acınan gözlerle bakılan biriyseniz pencereden karanlık sokakları izleyen asi birine ihtiyaç duyuyorsunuz. Bütün acılarıma, yalnızlığıma alışmış, kaderime boyun eğmişken Sultan pisliği hayatıma yeniden girdi. Yaptığı şeyin kötü bir şey olduğunu, bu vicdan azabıyla yaşamak istemediğini tam 16 yıl bekledikten sonra anlamış ve polise gitmiş. Kısa bir kovuşturmadan sonra yeni hayatlarında mutlu mesut yaşayan babam ve amcamı yakalayıp mahkemeye çıkarttılar. Olayın asıl kahramanlarında biri olan dedem dört yıl önce gebermiş. Olayın nasıl olduğunu, annemin karnına tekmeleri nasıl attığını karısının çorabıyla nasıl boğduğunu hiç bir pişmanlık belirtisi göstermeden anlattı sevgili amcam. Babam sustu. Tavana söylendiği gibi bir ip değil kablo bağladıklarını, annemin cansız bedenini kaldırıp o kabloya nasıl astığını da anlattı babam susarken. Benden beter susuyordu babam. Amcam geleneklerinin sağlam olduğunu, mutaassıp bir aile olduklarını sokuşturuyordu savunmasının arasına, hatta bir ara “biz namusu için yaşan insanlarız” diye posta koydu sükûnet içindeki hakime. Bir an arkasına dönüp tekerlikli sandalyemde 45 derecelik açıyla duran beni gördü baba Metin Aksu. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sustu, o sırada vücuduna hayali arkadaşım sezen tarafından üç bıçak darbesi bıraktım. Kan yoktu ama yara derindi, benim yatak yaralarımdan daha çok acıyacaktı artık canı. Sustuk.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.