Hüzünlü Rakının Türküsü

okuma süresi 3 dakika
Bir "ilk yazı". Adıyla Vüs'at O. Bener'i selamlayan bir yazarımız var. İlk yazısında "Huma Kuşu" diyor evvela. Okuyalım ve dinleyelim.

Rakının yanında illaki çay içen, içtikçe dertli türküler söyleyen bir adam. Babam. Çok eski, oyma dut bir sazı var. Duvarda asılı durur, hürmet bekleyen bir aile büyüğü gibi bakışları üzerimizdedir. Nedense babamdan başka kimse de dokunamaz ona. Akşamüstü gibi, günün durgun saatlerinde sesi belli belirsiz duyulur. Çay da usul usul demlenmektedir o sıra. Babam, bildiği bütün türküler içinde Huma Kuşu’nu bir başka söyler lakin Huma Kuşu, “yükseklerden seslenir” ve bu yüzden sadece köyde, yaylada söylenebilir.

O yaz yaylada büyük bir şenlik ateşi yakıldı. Geç saatlere kadar horonlar oynandı, türküler söylendi. Herkes yorulduğunda kemençe sustu. Ateşin etrafına çöküp soluklandık. Sazın sesini duydum az sonra, birlikte söylüyorlardı. Vakit ilerledikçe hüzünlü türküler birbirine eklendi, yalnızlaştık, içimize sığındık orada. Sonunda Huma Kuşu’na sıra geldi. Sanki karşı dağlardan geliyordu babamın sesi. Uzak ve acılıydı.

Rakıyı çayla içmeyi babama özgü bir gariplik sanırdım. Yıllar sonra o taze meyvayı yediğim şehirde güzel kalpli bir adam tanıdım. Rakıyı çayla içiyordu ve on yedisindeyken dünyaya öfkelenip sazını kırmıştı. Fakat bendeki asıl hatırası, bir sırrı lütfeder gibi anlattığı Huma Kuşu’nun hikâyesi oldu. Rivayete göre bir baba, genç oğlu savaştan dönmeyince iki küçük çocuğuyla geride kalan gelini için yakmış türküyü. “Yar koynunda bir çift suna beslenir”, ondanmış. Boynu bükük, yası bitmez bir kadınaymış türkü.

Ben bunları yazarken ve hikâyeyi nereye bağlayacağımı düşünürken evde tuhaf bir şey oldu. Salondaki teypten müzik sesleri geldi. Bir kadın içli içli Mevlam Birçok Dert Vermiş’i söylüyordu. Önce babam radyoda eski havaları çalan bir kanal buldu sandım. Yazmayı bırakıp içeri gittim.

Hangi radyo bu dedim, babam belli belirsiz gülümsüyordu. Ben merakla sordum yine: “Acaba söyleyen kadın kim, sesi çok güzelmiş. Çalan da her kimse fena vuruyor tellere, helal olsun.” Babam anlamamı bekliyordu aynı sessiz gülümseyişiyle. Derken, “Çocuk sesi geliyor arada, duymuyor musun?” diye sormuş bulundu. Hakikaten arada mırıl mırıl konuşan bir çocuğun sesi duyuluyordu. Aklıma bir şeyler geldi ama emin olamadım ya da ihtimal vermedim. Nihayet babam “O çocuk sensin,” dedi. Ancak o zaman anladım. Çalan radyo değil, kasetti. Babam evdeki eski kasetlerin arasında neredeyse 25 yıldır kayıp olduğu için varlığından çoktan ümit kestiğimiz bir kayıt bulmuştu. 1986 yılında, köyde, sazlı sözlü bir akşam eğlencesinde o zamanki teyplerden biriyle kaset doldurup yapmışlardı bu kaydı. Ben o zaman iki yaşında ya var ya yoktum. Türküleri söyleyen kadın, Müberra Hala dediğimiz yıllardır yurt dışında yaşayan bir akrabamızdı ve elbette ona sazıyla eşlik eden de genç babamdı.

Sonrası yine sessizlik ve Huma Kuşu. Bu kez yanık sesli bir eski zaman kadınından.

İçimden yaylaya dönüyorum, o geceye. Kayıp türküler gibi, belki başka kayıpları da bulurum bir gün diyorum.

Belki anlarım.

 

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.