Mazi Kalbimde Yaradır

okuma süresi 5 dakika
Yine soğuk bir Mart akşamı, Beyoğlu’nda Yeşilçam Sokak’ın girişinde toplanmışız. Çok muyuz, az mıyız kestiremiyorum.

Yine soğuk bir Mart akşamı, Beyoğlu’nda Yeşilçam Sokak’ın girişinde toplanmışız. Çok muyuz, az mıyız kestiremiyorum. Ağzımızdan buharlar karışıyor havaya aynı cümleyle, “Emek bizim, İstanbul bizim!” Emek’i yıkmasınlar diye ne zamandır toplanıp duruyoruz böyle. Aynı tanıdık yüzler etrafta. Az mıyız, çok muyuz, bir türlü bilemiyorum. Bakıyorum, bir avuç kadarız gibi geliyor bazen. “Yok, yok” diyorum hemen peşine, “Çokuz, kocamanız, hâlâ yıkamadılar Emek’i baksana!” Bir umut devam ediyoruz mücadeleye. Çok şey değil, sadece sinemamızı geri istiyoruz.

Emek Sineması’nın da içinde olduğu Cercle D’orient binası ahşap panellerin arkasına gizlendi geçen hafta. Gerisinde gizli saklı işler çevrileceğinden mütevellit. Son eylemin müsebbibi bu gelişme. Fırat Yücel elinde megafon sesi oluyor kalabalığın:

“Hepimiz biliyoruz ki bu iskeleler, iddia edildiği gibi restorasyon sürecini değil, Emek Sineması’nı da içerisine alan AVM projesini başlatan ve hep korkulan o “ilk kazma”. İstiklal Caddesi üzerinde her gün yeni bir bina satılıyor, iskele ve ahşap panellerle kaplanarak “yenileniyor”. Bu ahşap perdelerin arkasından en son Demirören AVM kazuleti çıktığı için, bizler üç yıldır yürüttüğümüz mücadeleye rağmen başlatılan bu müdahalenin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz…”

Binayla aramıza örülen duvarın arkasında neler oluyor şimdilik görmüyoruz. O paneller söküldüğünde karşımıza nasıl bir “kazulet” çıkacak, hiç bilmiyoruz. Tek bildiğimiz; bir şeyler alınıyor elimizden. Bir sinema salonunun ötesinde, hayatımızın mühim yerlerine dokunan, bize ait bir şeyler çalınıyor bizden. Kiminin çocukluk anıları, kiminin ilk aşkı, kiminin sinema sevdasını içine düşüren bir filmin hatırası. O kapının arkasında mazimiz duruyor. O eski salonun havasında nice hayal, bir filmin karanlığında asılıvermiş oraya, şimdi örümcek bağlıyor. Yitirmek üzere olduğumuz şeyler var içeride. Hepsi bir binanın suretinde karşımızda çürüyüp duruyor.

Mekanın şiiri

Geçtiğimiz hafta Ankara’da film festivali vesilesiyle yolumun kesiştiği Murat Erşahin, bir sohbet sırasında bir cümle kurdu, “Şiir kayboldu” diye. Sinema üzerinden konuşuyordu ama aslında bütün hayata yayılan bir tespitti galiba onunkisi. Anlamını yitirmesinden bahsediyordu her şeyin, içinin boşalmasından. Fişek gibi bir cümleyle tamamladı lafını. Dedi ki: “İkimiz birden sevinemiyoruz artık, herkes tek başına seviniyor.”

Emek için son toplaşmamızın üzerinden sadece birkaç gün geçmiş, oracıkta onu dinlerken Erşahin’in cümleleri ile Emek’in başına gelenler aklımda yan yana geldi. Şiirini yitiren sadece filmler değildi çünkü. Sinema bir fiziksel mekan olarak da son sürat yitiriyordu şiirini. Bunu düşündüm onu dinlerken. Seyirci ile filmi buluşturan, İngilizcedeki afili söylenişiyle “where the magic happens” denilen yer de artık başka bir yere dönüşüyor. Emek gibi “şiiri olan”, içimizde lirik izler bırakmış mekanlar bir bir kapanıyor. Yerine “AVM sineması” diye seyirci-sinema arasındaki duygusal ilişkiyi baltalayan yeni bir mekan yaratılıyor. Mekanın şiiri kayboldukça, o mekanla olan ilişkimizin de içi boşalıyor. Endüstriyel sinemanın yuvalandığı bu yeni sinemalar, seyircinin sinemayla olan ilişkisini de baştan düzenliyor. Gerek film seçkisiyle, gerek atmosferiyle sinema alışkanlıklarımızı değiştirip dönüştürüyor, abartmaz isem yepyeni bir seyirci yaratıyor. Emek’te film seyredip Beyoğlu’nun kalabalığına karışan “sinemadan çıkmış insan”ları yok bu yeni sinemaların. Gördükleri film onlara bir şey yapmıyor. (*) Ortalama 90 dakika süren bir film seyredip, görece iyi zaman geçirip, çıkar çıkmaz seyrettiği filmi unutan bir kalabalıktan başkası değiller. Hızla tüketiyor, bir rüyanın tesiri altında kalmıyor, ne mekanla ne perdede gördükleriyle organik bağ kuruyor. Her şey uçucu, her şey anlık, her şey gelip geçici. Sokaklar sinemadan çıkmayan insanlarla dolu. Asık yüzlü, kayıtsız, sinsi…

Cemil Kavukçu festival gazetesine merkez üssü çocukluk olan bir sinema yazısı yazmış. Şöyle anlatıyor ilk sinema anısını:

“Loş ışıklı, serin, büyük bir salona girmiştik. İlk kez soluduğum bu değişik havayı, bu kokuyu asla unutmayacaktım. Yaz aylarında Kuran öğrenmek için hocaya gittiğim camilerin de bir kokusu vardı ama sinemanınki öyle değildi. Önünden geçerken, kapıları açık olduğunda duyduğum tütün depolarının kokusuna hem benziyordu, hem benzemiyordu. Hepsinden başkaydı. Yıllar sonra o kokuyu çok özleyeceğimi, arayacağımı o gün bilemezdim ki. Başka okullardan gelen öğrenciler de vardı. Teneffüse çıkmışız gibi gürültülüydü salon. Arada tiz çığlıklar duyuluyordu. Sevinç, şaşkınlık, korku arası bir duyguyu yaşıyorduk topluca. Daha sonraları bunu farklı biçimlerde yaşadım. Film başladığı anda salondaki herkes birbirinden soyutlanıp tekleşiyordu. Onlarca kişi aynı mekândaydık ama filmi izlerken çevremizde kimse yokmuş, tek başınaymışız gibi oluyorduk. Bu bir ayindi.”

Bitirirken bir mabet olan sinemanın büyüsünden bahsediyor:

“Sinema tutkusu o gün; loş, serin, rutubet ve tütün kokan bir salonda başladı. Cep sinemalarını sevmememin, günümüzdeki oda benzeri küçük salonlara ısınamamamın nedeni bu olsa gerek. Çünkü büyük hayallere, büyük sinema salonlarından bir ayindeymişim gibi açıldım.”

İstanbul film Festivali’ne birkaç gün kala, AVM sinemalarında takip edeceğim, bir kez daha Emek olmadan geçecek festivali düşünüp dertleniyorum şimdi. “Sinemadan çıkmış insanlar” olarak Beyoğlu sokaklarında kesiştiğimiz günleri hatırlıyorum kederle. Ve galiba en çok Emek Sineması’nın salonunda oturmuş, elimde üzerinde “sonuna kadar saklanacak” yazan bilet, burnumda eskinin kokusu filmi beklerken, başımı kaldırıp E harfine bakmayı özlüyorum.

(*) “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler başaracağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi, yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.” Yusuf Atılgan

 

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.