Melisa Kesmez yazdı: “Sevgili Müslüm Baba…”

okuma süresi 4 dakika
Sen uyurken ben sana dair en eski anımın ucunu kovaladım. Sonra buldum, bulup çıkardım hafızamın kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinden.

Sen uyurken ben sana dair en eski anımın ucunu kovaladım. Sonra buldum, bulup çıkardım hafızamın kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinden. Babam var anımda, hayattaki birkaç anıma dahil olmayı başarmış ucundan kıyısından, sonra kendi anılarını biriktirmeye karar vermiş, olsun.

Sabah. Gözümü aralıyorum, babamın yanık sesi evi doldurmuş. Bir şarkı söylüyor. Neşesi yerinde demek. Onu bırak, evde babam! İş için gittiği uzun yolların birinden dönmüş. Belli ki gece, biz uyurken. Karın kelebekleri basıyor içimi bir anda. Durdurulamaz bir neşe fırtınasına kapılıyorum ağır yün yorganın altında. Bir okul sabahı soğukluğu yok evin içinde. İkinci bir farkındalıkla yataktan fırlıyorum, günlerden cumartesi! Eski bir Bursa apartmanında bizim ev. Bursa’nın kışıyla mücadelenin kolay olmadığı bir ev. Doğramaların macunları dökülmüş, rüzgar uğuldayıp duruyor gece gündüz. Kaloriferleri yanmıyor hiç, bir kömür sorunu var, büyükler arasında konuşulup duruyor. Annem katalitik marifetiyle küçük cennetler yaratıyor evin odalarında. Koridor kapıyı açıp da çıkması zor bir yer. Koltuk altımıza kadar çekilmiş yün çoraplar ikinci derimiz, banyodan banyoya sıyırıyoruz üzerimizden. Yataktan kalkıp burnumu yaslıyorum pencerenin ayazına. Dışarısı diz boyu kar. Hâlâ da yağıyor, şu içinde sahtecikten kar yağan küreler var ya, işte onlardan biri sanki dünya, biri sallıyor da sallıyor, göz gözü görmüyor. Mahalle dev bir doğum günü pastası, üstü kremalı. Kafamı evin ılığına çeviriyorum. İçerideyim ve her şey yolunda. Kardeşim ranzanın alt katındaki yatağında hâlâ, yorganın altında top olmuş, yüzü dışarıda bir tek, yanaklarında iki elma parlıyor. Odanın kapısını açınca babamın sesi artıyor. Koridorun diğer ucundaki mutfakta, sırtı dönük, tezgahta bir şeyler yapıyor, bir yandan bir şarkı söylüyor. Bilmiyorum şarkıyı ama ne güzel söylüyor. Koşup sarılıyorum arkasından, başım tam bel hizasına geliyor. “Dur kızım, elimde bıçak var” deyip elindekini bırakıp bana dönüyor, sarılıyoruz. Beni koltuk altlarımdan kavrayıp havaya kaldırıyor, ah yedi yaşın pür neşesi! Tezgahı görüyorum o zaman, kahvaltı hazırlıyor babam. Domatesleri ne de güzel kesmiş, incecik, muntazam, diziyor tabağa. Annem hiç öyle kesmiyor. Sonra yere indiriyor beni, işine dönüyor, kaldığı yerden devam ediyor şarkısına: “Çektiğim çileler kendime benim, tutup da birine vurmaz ki elim, çekilin üstüme varmayın benim, kötüysem düşkünsem kime ne bundan.” “Baba,” diyorum, “ne güzel söylüyorsun, kimin şarkısı ki bu?” “Müslüm Baba’nın” diyor babam. Devam ediyor şarkıya. Ocakta çaydanlık fokurduyor, dışarıda kar yağıyor, ah babam, ne güzel söylüyor.

Sonra az buçuk büyüyorum bir gün. Orta sona gidecek kadar. Kalpte minikten kıpırtılar, sınıfta bir çocuk var, adı Yaşar, “Müslüm Babacı” diyor kendine. Kepçe kulaklı, bir de r’leri söyleyemiyor. Yanık bana. Ah ki nasıl. Defter kâğıtlarına mektuplar yazıyor, her teneffüs bir tane verecek kadar çok. Uluorta yaşıyor her şeyi, kimseden gizlisi saklısı yok, duvarlara yazıyor adımı, herkes biliyor. Derste bir kabahat işlediğinde, hoca “oğlum âşık mısın?” deyiverince bütün sınıftan kahkahalar yükseliyor. Beni görünce başlıyor okumaya: “Çek elini felek bıvak yakamı, şimdi hayatımın sevmek zamanı” Hani ben de ona boş değilim. Akşam eve gelip kaset çalara senin kasetleri koyup annemden gizli, onu düşünüyorum, şiir falan yazıyorum. Ama herkesin gözü önünde aşkına cevap vermeyi de yediremiyorum kendime, herkes bilsin istemiyorum, utanıyorum. Senin şarkıların çalıyor fonunda ilk aşkımın, Te Allahım! Herkesin gözünde “pırlanta gibi bir çocuk”, çitlembik gibi bir yeniyetme, ben yani, Müslümcü oluyorum gizliden. Annem duysa gebertir, “Başıma arabeskçi mi oldun!” diye başımın etini yer. Kasetlerimi yanıma alıyorum okula giderken, neme lazım. Sonra bir gün, Haziran başı, kiraz mevsimi bastırmış, arzular şelale, bir cesaret defterin köşesinden yırttığım bir kağıda “Cumartesi?” yazıp koyuveriyorum kitabının arasına. Tarık Akan’la Gülşen Bubikoğlu gelse elimize su dökemez. Öyle biçare, öyle kapılmışız olan bitene. Cumartesi gelmek bilmiyor. İki gün öncesinden ne giyeceğimi bile hazırlamış koymuşum kenara. Konuşacak konu başlıklarını bile yazmışım kâğıda, yeter ki sessizlik olmasın, yeter ki sıkılmasın benden. Gidiyorum buluşacağımız yere, bekliyorum. Bekliyorum. Bekliyorum. Gelmiyor. Pazartesi hiçbir şey olmamış gibi. Sessiz. Bir şey desem, diyecek bir şeyim de yok. Sanki ben yokum, görünmezim. Haftasına okullar kapanıyor, yaz tatili başlıyor. Ortaokul bitiyor. Bir daha da adını sanını duymuyorum. Koca bir yaz kumsalda, karşımda masmavi deniz ışıl ışıl, suyun üzerinde altın sarısı güneş kırıkları, yüzümde tatlı bir meltem, burnumda iyot kokusu, kulağımda walkman, en damar Müslüm Baba şarkılarını dinliyorum. Ve ilk kez rakı içiyorum.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.