Neşe keder hepsi geçer

okuma süresi 7 dakika
Başlıkta hiç noktalama işareti yok. Aslında neşe ile keder arasına virgül konabilirdi, kederden sonra bir noktalı virgül gelebilirdi, cümlenin sonuna nokta yahut üç nokta gelebilirdi. Yok çünkü cümle bir solukta okunursa daha anlamlı görünüyor benim gözüme.

Başlıkta hiç noktalama işareti yok. Aslında neşe ile keder arasına virgül konabilirdi, kederden sonra bir noktalı virgül gelebilirdi, cümlenin sonuna nokta yahut üç nokta gelebilirdi. Yok çünkü cümle bir solukta okunursa daha anlamlı görünüyor benim gözüme. Neşe ile keder arasında bir soluklanmalık zaman olamayabiliyor bazen. Kederde durup beklemenin mânâsı azalabiliyor. Hepsi geçer demeden önce beklemeye lüzum kalmayabiliyor. Yani neşe de, keder de yan yana bulunabiliyor. “Bulunmak” burada tevriyeli biraz. Arayınca da bulunabiliyor, mevcut olarak orada hazır olabiliyor. Yani aslında uzun bir çilingir sofrasına benziyor kimi zaman hayat. Tam da bugünlerin Türkiye’si gibi. Kendimden alıntı yapmak mahcubiyetiyle söyleyeyim ve devam edeyim: Ağır ol bay düzyazı. Türkiye’de bir şiir yazılıyor.

Osmanlı geleneği

Rakı sofralarının en büyük eşlikçilerinden söz edeceğiz. Gastronomiyle yarışabilecek kadar etkili ve külliyatı derin bir şeyden. Müzikten, evet. Rakının iki kadim dostu, rahatlıkla denebilir ki meze ve müziktir.

Müzik antik çağlardan bu yana ritüelin ve içkili eğlencenin bir parçası oldu. Antik Yunan’da, Roma’da, Bizans’ta ya da Osmanlı’da içki ve kutlama gelenekleri müziğe her zaman önemli bir rol biçti. Bu topraklarda içki ortamı müziğin sadece icrasına değil, serpilip gelişmesine de imkân sağladı. 17. yüzyıl gedikli meyhanelerinden bugünün içkili lokantalarına, alkollü eğlenceler ile müzik kol kola ilerledi ve birbirini sürekli etkiledi, değiştirdi, geliştirdi. Sadece İstanbul’da değil tüm Anadolu’da müziğin eşlik ettiği içkili âlemler, kültür içerisinde mühim bir yere sahip oldu.

Müziğin kadim eşlikçiliğine gelirsek… Bu kültür içinde yetişmiş, onun gelişimine katkıda bulunmuş pek çok isim var. Bu topraklarda doğmuş, onun mirasıyla büyümüş, müziğinin mayasında bu toprakların ruhu olmuş yüzlerce sazende, hanende, bestekâr, söz yazarı…

nesetertas

“Bir teselli ver”

Bu topraklarda üretilen müziğin her türlüsü, bir şekilde rakı masasına dost olma kabiliyetine sahip. Sadece bir müzik türünün eşlik etmemesi, neşenin de kederin de bu masalarda daima yan yana bulunduğunu bir daha kanıtlar nitelikte. “Asla” denecek bir müzik türü yok. Hatta icracılar için de geçerli bu. Bu icracılardan bazılarını zihnimiz “olmazsa olmaz” diye kodlamış durumda zaten. Ve sayılsa, bu yazının sınırlarına asla sığmayacak kadar çoklar. Mesela Neyzen Tevfik’i anmamak olur mu? Mehmet Akif’in yakın arkadaşı olan, gençliğinde Bektaşi ve Mevlevi tekkelerine devam eden o büyük hiciv ustası. Neyi ile kurduğu münasebet, ona isim olacak kadar derindir. Büyük bölümü ney taksimlerinden oluşan 100’ün üzerinde plağın da sahibidir.

Orhan Gencebay’dan söz etmeden olur mu? Gencebay müziğinin rakı ile münasebeti, küçük yaşta, demlenen babası için çalıp söylediği zamanlara uzanıyor. Bazen meyhanelerdeki kederli sahnelerde, bazen açık havada neşeli anlarda rakı içerken görüldüğü otuzu aşkın filmde oynadı Gencebay. 1971’de çıkan “Bir Teselli Ver” 45’liği ile şöhrete kavuştu. Beste ve güftelerinde içki ve içmek üzerine vurgulara sıkça rastlanan sanatçı, arabesk müzik ile rakının birlikte yarattığı kültürün en önemli taşıyıcılarından biri oldu.

Meyhaneci Memo etrafı acayip kesiyor

“Rakıya methiye” yazan Ahmet Kaya var sonra. Paris’teki kaldığı zamanlarda eşi Gülten Kaya nevale siparişlerini İstanbul’dan götürürdü. Bunların arasında Selim Amca lokantasından kaburga dolması da vardı. Paris’teki en büyük sıkıntısı meyhaneden sonra gidecek bir çorbacı olmayışıydı. Türkiye’de civar şehirlere gittiği konserlerde arabanın bagajında mangal taşırdı. Stüdyoyu sıklıkla mutfağa çevirirdi, güveç, çiğ köfte ve rakısı eksik olmazdı. Türkiye’de “rakıyı şarkıya sokanlar”ın başında gelen Ahmet Kaya’nın içinde rakı geçse de geçmese de bütün şarkıları anason kokar, içlerinde illa ki rakının efkârı vardır. “Tıka Basa Pastırma” şarkısı, bir akşamcının mizahi dille öykülendiği “rakıya methiye” şarkısıdır: “Meyhaneci Memo etrafı çok acayip kesiyor/ Dikran yine âşık kendinden geçiyor/ İnsanlar da bu akşam ne biçim içiyor/ Hadi sen de iç…”

Ve daha birçok isim. Behiye Aksoy, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Zeki Müren, Sezen Aksu, Denizkızı Eftalya, Teoman Alpay, Avni Anıl, Aşık Veysel, Safiye Ayla, Neşet Ertaş…

Rakının “güzelliği” de budur. Üzerine konuştuğunda her şey eksik kalır. Hiçbir şeye eşlik etmez. Anca ona eşlik edilir. Meze de, müzik de, daha birçok şey de.

Biz rakı içeriz. Bunu da ne güzel eyleriz. Güzelliğe…

muslum-gursesgenc

Hep rakıyı çağrıştırdı

Müslüm Gürses ilk günden son güne kadar rakıyı çağrıştırdı dinleyenlerine. Halen rakı sofralarının aranan seslerinden biri olan “Müslüm Baba” hastayken büyükkeyif.com’da ona yazılan mektupların neredeyse tamamı da bu anason kokusundan el alıyordu. Daha önceleri sadece uyuşturucu kültüründe ve sakatat literatüründe kullanılan damardan veya damar tabiri, 90’lı yıllarda Müslüm Gürses şarkıları ile arabeskin en koyusuna işaret eden bir sıfat haline geldi. Gürses Rock festivalinde sahne alsa da, Alevi halk türküleri ya da Bülent Ortaçgil şarkıları söylese de hep aynı tonda, aynı yerden seslendi. 2008’de çıkan Aşk Tesadüfleri Sever albümünde David Bowie, Bob Dylan, Björk şarkıları seslendirdi. Murathan Mungan öncülüğünde tanınmış şairler de şarkıların sözlerini yazdı. Ancak tüm bunlar onun yoksullarla bağını koparmadı. Müslüm Baba, ister yoksul ister şehirli rocksever olsun, içki şişelerinin boşaldığı her masada karşılığını buldu. Aşk Tesadüfleri Sever’de Sezen Aksu ile seslendirdikleri Sabahat Abla – Eşref Abi şarkısında şu dizeler Murathan Mungan kalemindendi: “Rakıyı susuz içerdi/ Sebahat Abla’yı sevdi/ Ortalığı duman etti/ Ah Eşref Abi!”

500 yıllık muhabbetin mirası gedikli meyhane

Rakı kültüründen bahsederken, gedikli meyhanelerle ilgili de bir şeyler söylemek gerekiyor. Çünkü “500 yıllık muhabbetin mirası” olan rakının şimdiki tüketim alışkanlıklarına gelişi ile tarihi arasında büyük bağlar var. Osmanlı’da her esnaf grubu gibi meyhanecilerin de bir loncası vardı ve devlet tarafından denetlenen bu meslek örgütüne resmen bağlı olmayanların meyhanecilik yapması yasaktı. Gedik düzeni İstanbul’un fethinden, lonca sisteminin toptan kaldırıldığı II. Meşrutiyet’e kadar devam etti. İstanbul’daki gedikli meyhanelerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Mehmet Tevfik’in İstanbul’da Bir Sene kitabına göre 1880’li yıllarda sayısı 83’tü. Ancak bu sayıya Galata ve Beyoğlu dahil değildir. Dahil edilse sayının ziyadesiyle artacağı açık.

Gedikli meyhaneler babadan oğula geçerdi, oğul istemez ise ya da meyhanecinin oğlu yoksa meyhanenin loncanın tesbit ettiği bir başkasına geçmesi söz konusu olurdu. Gedikli meyhane işletmek için her başvurana ruhsat verilmezdi, meyhaneci olmak için çıraklıktan yetişmek lazımdı. Gedikli meyhanelerin barba adı verilen patronları genellikle Rum’du. Ermeni ve Musevilerin işlettiği meyhanelere de rastlanırdı. Geleneksel bir gedikli meyhane atmosferi ise şöyle tarif edilebilir: Gedikli meyhanelerin içinde bar gibi uzun ve yüksek bir tezgâh bulunur, onun tam karşısındaki duvara şarap fıçıları konurdu. Tezgâhın başında mastori denen meyhane ustası bulunurdu. Müşterilerin bir bölümü akşamları tezgâhın etrafına doluşur, içkilerini burada ayakta içerken tezgâh üstündeki küçük tabaklarda bulunan fasulye piyazı, turşu, peynir, leblebi gibi mezelerle yetinirdi. Bazı müşteriler de sofra açtırırdı. Daha saygın müşteriler için şirvan adı verilen balkon benzeri mekânlar veya dayalı döşeli özel odalar vardı. Gedikli meyhanelerle birlikte koltuk meyhanelerden, ayaklı meyhanelerden ve selatin meyhanelerinden söz etmek mümkün. Sonradan geleneksel meyhane diyebileceğimiz meyhane düzenine geçildi.

Öyle sarhoş olsam ki

Kuşaklar boyu eskimeyen anasonlu aşk şarkılarıyla sevilen Tanju Okan, “büyük rakıcı” olarak akıllarda yer etmiştir. Öyle ki bir günde yedi büyük devirdiği rivayet edilir. Terk edilmişlerin, derbederlerin, kadehlere sığınanların şarkılarını söyleyen Okan, başta “Hasret” olmak üzere “Koy Koy Koy”, “Kadınım”, “Öyle Sarhoş Olsam ki”, “İç İç Unutursun”, “Şerefe”, “Ayyaş”, “Parkta Yatıyorum” gibi unutulmaz 45’liklere imza attı. Sesiyle can verdiği nice şarkı sözüyle rakıseverlerin “Tanju Baba”sı oldu. “Öyle Sarhoş Olsam ki”nin nakarat kısmını çok insan, hep bir ağızdan söylemeyi âdet edindi: “Öyle sarhoş olsam ki/ Bir daha ayılmasam/ Her şey bir rüya olsa/ Unutarak uyansam…”

Etraf ekinde yayımlanmıştır.

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.