Saat dört değil ama yoksun

okuma süresi 4 dakika
Geç kalmıştın, ki bu şaşılası bir şey değildi. Ben de rakıyı sipariş etmiştim ama çay içiyordum. Anlayacağın değişen bir şey yoktu.

Okurken eşlik etmesi için: http://www.youtube.com/watch?v=av12BTEj5iU

Geç kalmıştın, ki bu şaşılası bir şey değildi. Ben de rakıyı sipariş etmiştim ama çay içiyordum. Anlayacağın değişen bir şey yoktu.

Birbirimizi en son üç yıl önce Semih’in evinde görmüştük.

Çalışma odasındaydık, ben sandalyede oturuyordum, sen de masaya yaslanmıştın, yine heyecanlıydın, yine elini kolunu sallayarak bir şeyler anlatıyordun. Ne anlattığını hatırlamıyorum ama nasıl anlattığını çok iyi hatırlıyorum. Önce kollarını sağa doğru savurmuş, ardından yüzüne kocaman bir gülümseme yapıştırmıştın. Ardından biraz öne doğru eğilmiş ve aniden elini yukarı kaldırmıştın. Bugün bile hala, o anı düşündüğümde ne anlatmış olabileceğini bilmiyorum.

O gün seni son görüşüm olduğu sanırım içime doğmuştu, içimi senle doldurana kadar sana bakmıştım. Seni içime kitleyip eve götürecektim, eve gidecek, yatak odasına girecek, yatağa yatıp yorganı kafama çekecektim. Sonra, herkes susunca seni serbest bırakacaktım, iki yastığın arasına girip uyuyacaktın sen. Uyuyup kalacaktın. Çünkü kalmıyordun, başka türlü kalmıyordun.

Semih içeri dalmıştı biz konuşurken, daha doğrusu sen anlatırken. Yemek hazırdı, rakılar masadaydı. Benim rakım buzsuzdu, senin rakın… Sahi sen rakıyı nasıl içiyordun? Biz o ana kadar seninle hiç rakı masasına oturmamıştık. Karşına oturdum, çünkü kadehleri tokuştururken göz göze bakmak lazımdı. Rakına bir buz attın, Semih’in lafına sataştın, gülüştünüz, ikinci buzu attın, durdun. Seni son görüşümde rakıyı iki buzlu içtiğini öğrenmiştim. Oysa sana dair öğrenecek çok şey vardı değil mi?

Yine seni son görüşümde o çok sevdiğim şarkıda geçen “Dizlerinde dizlerim, boynunda ellerim” cümleciğindeki ‘dizlerin’in aslında iki insanı ne kadar uzak tutabileceğini öğrenmiştim. Semih’in o kutu gibi evine tezat kocaman yatağı bize düşmüştü. O yatakta da bana senin dizlerin düşmüştü. Ama yalan yok, dizlerin sen uyurken benim dizlerime değdiği an beş yaşında bir çocuk gibi sırıtmıştım o karanlıkta – nasılsa kimse görmeyecekti. Jilet gibi kocaman bir gülümseme.

Şimdi yine aynı jilet gibi gülümseme ile masada oturuyor olmak isterdim ama değil. Öyle değil. Çayım bitti, görünürde yoksun, görünmeyende dolanıp duruyorsun. Ama garson bir türlü etrafta dolanmıyor. Rakıya uzanıyorum, bardağı önüme koyuyorum. “Buzsuz” diyen sesini duyuyorum. Kafamı kaldırıp üç yıl önce iki yastığımın arasında uyutup bıraktığım adama bakıyorum.

Yıllar kimden ne alıp götürüyor bilmiyorum ama seni benden alıp götürememiş ve hatta tam şu anda tutup karşıma dikmişti. Üç yıl önce, o sabah ben uyurken kalkıp Ankara otobüsünü yakalamak için otogara gittiğini söylemişti Semih. Sonrası birkaç tutuk telefon konuşmasıydı bizim için. Ya da sen gidince bizden arta kalan benim için.

Hemen sandalyene kuruldun, her zamanki gibi yanındaki sandalyeyi çekip bir kolunu ona yasladın. Birinci kadehi bitirince kolunu sandalyenin sırtına, kafanı da eline yaslayacaktın. Bu muydu seni tanımak? Birini ne kadar tanıdığını göstermek için hep o kişinin kahveyi nasıl içtiğini bildiğini söylerdin. Oysa ben senin rakıyı nasıl içtiğini biliyordum; iki buzlu. Bence bu daha mühimdi, dünyadaki bütün papatyalardan daha mühim hatta.

O an çok çaresiz hissettim. Çünkü son dublelerin sonuna gelmiştik, ben senin üç yıl boyunca ne yaptığını öğrenmiştim, sen benim bu koca üç yılı nasıl geçirdiğimi artık biliyordun. Ama seni nasıl özlediğimi bilmiyordun, ben ise senin beni özleyip özlemediğine dair en ufak bir fikre sahip değildim. Ben bunları düşünürken sen yine elini aniden yukarı kaldırmıştın. Sen aniden beni üç yıl öncesine fırlatıp atmıştın. Yine bu masadan kalkıp Ankara’ya giden otobüse binecektin.

Kimin neyi hakettiğini bilmiyordum, bunun bir hak hukuk meselesi olup olmadığı konusunda ise aklım çok karışıktı. İyi insanların güzel şeyleri hakettiğini düşündüğüm içindi sevdiğim şarkıları söyleyebilecek kadar sesim olmasını istemem. Yine bunun içindi sen üç yıl önce o otobüse binmeden seninle deniz kenarında bir kez daha rakı içebilmeyi istemem.

Birden garson gelince bu sefer elini neden kaldırdığını anladım. Zaten kimsenin beni fırlatıp geçmişe attığı da yoktu. Alt tarafı hesap gelmişti. Alt tarafı üç yıl geçmişti. Alt tarafı iki arkadaş yeniden buluşup rakı içmiş, arayı kapatmıştık. Aslında aramız hep açık kalmıştı, cenin pozisyonuna gelmiş iki insan dizi mesafesi kadar.

About The Author

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.