Ülkühan Zekioğlu: “İçime en çok sinen, şehirlerdeki Anadolu kültürü ve Alman ilişkisini betimleyebilmek oldu.”
okuma süresi 5 dakikaYakınlarda adı Almanya’da Rakı Keyfi kitabın yayımlandı. Sunuş yazısında Almanya’ya ilk defa, bu kitap vesilesiyle gittiğini söylüyorsun. Ve epey gezmişsin. Nasıldı, neler yaşadın bu yol boyunca?
Keyifle yapılmış bir işti. İş gibi de değildi. Geziyor, fotoğraf çekiyor ve rakı üzerine, Anadolu mutfağı üzerine sohbet ediyordum. Ama sanırım ben bu ‘işi iş gibi yapmama’yı küçük yaşta öğrendim. O nedenle gelip beni bulur böyle ‘iş’ler. İyi de olur.
Almanya’ya ilk kez gittim. Sanırım 60’lı yıllar itibariyle başlayan işçi göçü, gurbet duygusu altında Türkiye’dekiler için büyük bir önyargı yaratmış ve ben de bundan payımı almışım. Sevimsiz bir ülkeye gidiyorum sandım. Çok yanıldım! Böylesine multikültürel, tarih, ve doğayı azımsanmayacak derecede koruyan ve ilgi duyan, sanatı da, aktivizmi de sokağa taşımış bir ülke olduğunu bilsem daha evvel gitmek isterdim.
Mihmandarım Perwer Yaş sağ olsun, kırmızı otomobili ile büyük bir yükü aldı omuzlarımdan. 7 eyalette toplam 28 şehir gezdik. Tam 4 bin kilometre yol yaptık. O yollar ki, kimi zaman yağmuru hiç dinmeyen mis kokulu ormanların, kimi zaman Avrupa’yı kılıç gibi ikiye ayıran Ruhr Nehri’nin, kimi zaman ise dünyanın en çetrefilli savaşlarını yaşamış kiliselerin kıyısından geçiyordu.
Telefon açıp meyhaneye, Türkiye’den geldiğimi, Almanya Rakı Rehberi adında bir kitap yazdığımı ve bu kitapta mekanlarına da yer vermek istediğimi söylediğim hemen her işletme sahibi, inanmazsın ama bana gönüllü rehberlikten aşçılığa kadar her türlü hemşeriliği yaptılar. Keyifli sohbetler ettik uzun rakı sofralarında. Tabi bu sofraların gündemi ekseri göç hikayeleriydi. Göç denilen kelime ete kemiğe büründü gözümde.
Kitabın fotoğrafları da sana ait. Ki, eğitimin fotoğraf üzerine. Televizyondan da biliyoruz seni. Nereden çıktı kitap fikri? İlk hangi kitapçıda gördün kendi kitabını?
Overteam, emeğini rakı ve meyhane kültürü üzerine üretim yapmaya vakfetmiş sevdiğimiz bir yayınevidir. Overteam ve Mey A.Ş ortaklığında geliştirilmiş birçok başarılı proje oldu ve ben de ilgiyle takip ettim bu zamana kadar. Almanya’da Rakı Keyfi de benzer şekilde geliştirilmiş bir proje. Planlamalarımızı yaptık, rotamızı çizdik. Haritalar, yolculuk planı, konaklama, vize. Her şeyi 3-4 hafta içinde hallettik. Ve yolculuğa Berlin ile başladım.
İki dilli bir kitap yapmışsınız. Tercümesi sol yanında yer alıyor. Teknik olarak nasıl aşamalardan geçtiniz? Kendisi zaten zor olan “rehber” hazırlamanın yanında, bir de tercüme/görsel gibi zorluklarla boğuşmuş olmalısınız? (Hoş, ben küçük bir kısmına şahidim de bu sürecin.)
Kitap sadede 79 mekanda ne yenilip ne içildiğini anlatan bir rehber değil. İçime en çok sinen, her şehri ve her şehirdeki Anadolu kültürü ve Alman ilişkisini betimleyebilmek oldu. Böylece kitap, Alman okur için de, Türkiyeli okur için de daha keyifli hale geldi. Yanı sıra, söyleşilere yer verdik. Örneğin; Rakı erbabı bir Alman olan Karsten’in hikayesi, merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Almanlar’a Anadolu mutfağının inceliklerini tanıtması için gönderdiği kendi aşçısı Erol Usta gibi. Ayrıca kitabın sonunda yer alan, Rakı Ansiklopedisi’nin kaynakça olduğu sözlüğümüz de sanırım bir rehber kitap için oldukça faydalı.
Almanya’dayken seyahatimizi Yasemin Bodur koordine etti ve sayesinde hiç sıkıntıya düşmeden keyifli bir yolculuğu tamamladık. Kitabın çevirisi Uwe Fiedeldei’ye ait. İlk kez gittiğim bir ülkeyi tarif ettiğim için Uwe’yi çeviride biraz yorduk. Kitabın genel yayın yönetmeni Erdir Zat. Projeyi onunla geliştirdik ve kendisinin yönetiminde işi tamamladık. Ayşe Çavdar, Dilek Zaptçıoğlu, Jürgen Gottschlich editörlüğü üstlendiler. İnce ince, tek tek uğraştılar. Görsel yönetmenimiz Vecdi Özkan. En çok onu yorduk bu yüzden en çok ona teşekkürler. Mey A.Ş ve Overteam’de de emeği geçen başka bir çok arkadaş var tabi. Tüm bu ekiple elimizden geldiğince iyi bir kitap olması için çabaladık.
Almanya’da nerede rakı içileceğini, ne yiyeceğimizi öğreniyoruz kitaptan. Peki İstanbul’da senin gittiğin, müdavimi olduğun nereler var? Nereye gitmeliyiz dersin?
Aksi gibi, her meyhanede rahat edebilen biri değilim. Müdavimlik mertebesine inancım sonsuz ancak ben daha çok mekanı tanımanın kudretine güveniyorum. Sık gitmekle ilgili değil yani tavrım. Burgazada düşkünüyüm. Oradaki meyhaneleri pek seviyorum. Hatay Meyhanesi evime çok yakın. Senin benden daha iyi tarif edeceğin üzere, Hatay bir ‘İkinci Yeni meyhanesi’dir. Cemal Süreya’ya karşı sarhoş olmadan, hele de o sıcak humusun tadına varılmadan kalkmak mümkün olmaz. Yine Maltepe’deki Argos’u seviyorum. O ahşap binanın 100 yıllık kokusu, mezeler ile müzik ile kıyaslanmayacak kadar güzeldir. Ancak en çok nereye gittiğim ise soru; Rakı’n Raks. Beyoğlu’nda Eski Cambaz’ın alt katında tabelasız bir meyhanedir. Ermeni ve Kürt mutfağından mezeler yapar. Adı sakıncalı ama kendi şahane Eroin, Xazo ananın en leziz mezesi bence. Bumbarı, içli köftesi de meşhurdur. Müzik vardır fevkaladedir, dans vardır fevakaladedir. Müdavim mekanıdır. Hemen herkes birbirini tanır. Bu meyhanelerin hepsini tavsiye ederim tabii ki.
Yeni nelerle uğraşıyorsun? Kitabı okurken ne dinlemeliyiz desem, ne dersin?
Türkiye Meyhaneler Rehberi yeni projemiz. Ben İstanbul ayağını yazan ekipteyim. Bitmek üzere. Yakın zamanda onu da rafta göreceğiz. Bunun dışında yine işimi yapıyorum. Gazetecilik etmeye çabalıyorum. Yeni başka şeyler de yapmaya çalışıyorum ama henüz demlenmesi gerek sanırım dillendirmek için. Tabi yine yazı, çizi, fotoğraf işleri.
Kitabı okurken kesinlikle Neşet Ertaş dinlemek şart. Bu da senin için pek sıradan olmayacak Mehmet Said. İlginç gelen bir şeyden bahsedeyim ve öyle bağlayayım konuyu. İstanbul’un en lüks, en fiyakalı, ‘sosyete’nin müdavim olduğu, lezzetinden sual olunmayan restoranlarını düşün. O restoranlarda; Neşet Ertaş, Selda Bağcan, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses çalıyor mu? Almanya’dakilerde çalıyor! Sen de kitabı okurken, onları dinle.