Kaplumbağanın Öyküsü: Barış Manço
okuma süresi 15 dakikaBu metin, kendi halinde bir radyonun, 1 Şubat 2013 tarihli Barış Manço Özel Yayını hazırlık aşamasından derlenmiştir. Programsa, Barış Manço’ya, Cem Karaca’ya, Bahadır Akkuzu’ya, Ohannes Kemer’e, Engin Yörükoğlu’na ve ‘Barış’a hasret duyanlara adanmıştır.
Anımsamalar…
Köklü bir aileye mensup Mançozadeler’den İsmail Hakkı Bey, dönemin güzide Türk Sanat Müziği sanatçılarından Rikkat Hanım’la evlenir. Dört çocuk sahibi olurlar: Oktay, İnci, Savaş ve Barış…
Barış Manço, yaptığı bir röportajda çocukluğuna dair fazla bir anısının olmadığını belirtmiş olsa da, Abisi Savaş Manço, şu anısını anlatacaktır: “Barış’la ilk kavgam 1945’te İkinci Cihan Harbi’nin bittiği gün oldu. Taksim Parkı’na götürüyordu annem bizi ve orada konsolosluklar, resmi binalar var; bütün her taraf bayraklarla donanmış… Ben anneme sordum neler oluyor diye. Annem; ‘Bugün Barış’ın günü!’ dedi. Ben de çok kıskandım ve Barış’la pazarlık ettim: ‘Bütün oyuncaklarımı sana vereyim, bana adını ver.’ diye… Böyle gözünü kocaman kocaman açarak ‘I-ııh’ dedi, Barış.”
Sahi, adının tılsımı etkili olmuş mudur? İsminin büyüsü müdür onu ve müziğini bu denli evrensel kılabilen bilinmez, lakin Türkiye’nin ilk “Barış”ı olduğu söylenmektedir.
İlköğrenimi gördükten hemen sonra, Galatasaray Lisesi’nin orta kısmına devam etmiş. Barış Manço, müziğe olan asıl ilgisinin orta son sınıfta başladığını anlatırken gülümseyerek ekliyor: “ Aynı zamanda sınıf arkadaşım Timur Selçuk’la müzikten ikmale kaldığımız yıldır.”
İlk kez bir sinemada izlediği 50’lerin Rock’n & Roll fırtınasına kapılmış Barış Manço. Kafadarlar ile okul koridorlarında, dönemin olmazsa olmazı sinemalarda konserler vermişler. Dillerinde Paul Anka ve Elvis şarkıları… İşte bu dönemde kendi deyimiyle; “kanı bitlenmiş”tir.
Seher Vakti Düştüm Yollara…
Lise eğitimi bittikten hemen sonra, çeşitli işlerde çalışarak para biriktiriyor. Dönemin bir Galatasaray geleneği olarak, gitarıyla Fransa’nın yolunu tutuyor. Müzikle ilgili çalışmalarına burada da devam ediyor. Dört şarkıdan oluşan İlk 45’lik bu arada geliyor. Bir de anekdot ekliyor Barış Manço bu plakla ilgili olarak: “Hatta hatta çok ünlü bir program yapımcımız, adını da vereyim, Engin Arman, Paris’ten bu plağın geldiğini görünce şaşırmış ve düşünememiş benim Türk olabileceğimi, üzerinde kocaman Barış Manço yazan plağı, ‘Fransa’da müzik yapan genç şarkıcı ‘Bari Manso’ olarak sunmuş. Annem programı dinler dinlemez, ayağında terliklerle fırlamış, taksiye atladığı gibi İstanbul Radyosu’na gitmiş, ‘Yaa, benim oğlumdan bahsediyorsunuz, onun adı Barış Manço’dur!’ diye.”
Fakat Fransa’nın sanata bakışının farklı olduğunu görüp, yaşayınca; otostopla Belçika’ya, abisi Savaş Manço’nun yanına gidiyor. Belçika Kraliyet Akademisi’nde 1 yıl mimarlık, 6 yıl da iç mimarlık okuyor. Akademik olarak müzik eğitimini almayı hiç düşünmediğini, sanatın farklı dallarıyla da bütünleşmek istediği için bu bölümü tercih ettiğini söylüyor. 7 yıllık eğitimiyle ilgili olarak; “Seramik, heykel, resim sanatı, yani portre resmi, natürmort resmi, duvar dekoratif resmiyle beraber dekoratif sanatlar, aklınıza gelen çeşitli sanat dallarında öğrenim gördük. Bu arada karton film üzerine, fotoğraf sanatı üzerine eğildik, gravür okuduk, ifade ve ekspresyon sanatlarını öğrendik. Burada lisede, ilkokul yıllarında pek parlak bir öğrenci olmamama rağmen, Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’ni yedi yılın sonunda okul birincisi olarak bitirdim.”
Doğruların Çakışması…
Belçika’da okurken bir yandan da arkadaşlarıyla birlikte, Türk kahvelerinde konserler verip, para kazanıyorlarmış. Kafadarlar üyesi Ender Enön o günleri şöyle anlatıyor; “Biz Türk kahvelerinde çalıyoruz ama kimse bizi dinlemiyor. Twist söylüyoruz ama kimse eğlenmiyor. Bir gün kahveye gelenlerden biri, türkü söyledi; bir Erzurum türküsü, ‘Kağızmana Ismarladım’. Türkü bittiğinde, ortalık alkışlardan yıkılıyordu. O gün Barış, mesajı aldı.”
Ardından, doğu ile batıyı sentezleyen şarkılar peşi sıra gelmiş. Batı enstrünmanlarıyla “Çıt Çıt Twist”, “Kızılcıklar Oldu Mu Selelere Doldu Mu?” gibi türküleri yorumlayınca, bu kez ortalık onlar için yıkılmış… Barış Manço ise durumu şöyle anlatıyor; “Benim doğrularımla, onların doğrularının çakışmasıdır.”
Barış Manço, yurt dışında yaşadığı senelerde, kısa süreli de olsa ülkeye gelip; konserler, turneler düzenlemeye devam etmiş. Belirli bir dönem, yabancı müzisyenlerle çalışmış. ‘68 ve ‘69 yıllarında “Kaygısızlar” ile Fransa’da iki plak kaydedilmiş… (Ülkenin önemli gruplarından MFÖ’nün, Mazhar Alanson’u ve Fuat Güner’i, Kaygısızlar üyelerinden. )
Hemen ardından, farklı uluslardan bir araya gelen, “Barış Manço – Ve” gelmiş. Bu müzikal hengâme içerisinde, ülkeyle tanışma vakti gelip çatmıştır. Tüm ‘bu işler böyle olmaz’lara ve müdahalelere rağmen, Barış Manço – Ve müziklerinin arkasında durmuş, tabiri caiz ise ülkede bomba etkisi yaratan bir plak yayınlamıştır; Dağlar Dağlar. Barış Manço için bu grup, müzikal anlamda bir hayli besleyici olsa da, uzun soluklu olamamış. Derken, 1971’de büyük buluşmanın alameti olarak, Barış Manço & Moğollar bir araya geliyor.
1970’lerin diğer adı; 12 Eylül Öncesi. Şehirler, mahalleler, sokaklar ‘siyaseten’ bölünmüş… Yalnız sokaklar mı? Tabi ki bu ayrıma müzik de karışmıştı. 70’lerin ilk yarısında Cem Karaca, solun; Barış Manço “Hey Koca Topçu/ Estergon Kalesi” ile sağın sembolü hâline gelir.
“Sağa sempatik gözükmek istiyor” şayialarına karşın, Barış Manço’nun konserlerinde de olaylar bitmez. Bombalar patlar, arabalar ateşe verilir. O günleri Cahit Berkay şöyle anlatıyor; “Arabanın yanış anında hepimiz şoka girdik. Kim, neden yapıyordu bunları? Barış’ı ilk defa orada sinirli ve tepkili gördüm.” Ve hemen ardından ekliyor: “Ben Barış’ın sağ ya da sol bir söylemde bulunduğunu görmedim. Tam ortadaydı. Çizgiyi çok hassas kurdu.”
Barış Manço, kendisine bozkurt işareti yapanlara; “Biz yalnızca sizin için gelmedik, herkes için geldik!” diyecek, ‘Hey Koca Topçu’yu isteyenlere sahnede sol yumruğunu kaldırarak protesto edecekti…
Bu arada, Kâtip Arzuhâlim TRT tarafından sansürlenir. Barış Manço bakış açısını yansıtan şu açıklamayı yapar; “70’lerde Pir Sultan Abdal’ı yorumladım. Tarih önünde hesap verirken çocuklarımız bizi kınamasın diye. Gel gör ki, Anadolu’da binlerce kişiyle hep bir ağızdan söylediğim bu türkü, bu defa TRT mikrofonlarında susturuldu.”
Ülkenin karışık ortamını birlikte yaşayan Barış Manço ile Moğollar, içlerindeki bir takım anlaşmazlıkları atlatamamış. Bunun doğal bir sonucu olarak ayrılık yaşanmış lakin 70’lerin çiçek ruhuna yaraşır bir ayrılık olmuş. Barış Manço’nun açıklamasını aynen aktaralım: “Moğollar belli bir noktaya geldiler, Fransa’da bir başarı kazandılar, ödül aldılar. Bu plakla tek başına ödül almaları onları yüreklendirdi ve benden kopma kararı aldılar. ‘Biz kendi başımıza kariyer yapıyoruz, en iyisi kendi başımıza devam edelim’ dediler. 70’li yıllar: Çiçek çocuklar, hippiler, ‘savaşma seviş’… Her şey iyi, kavga gürültü falan yok, biz de tabii bu durumu kavgasız gürültüsüz hallettik: ‘Madem öyle düşünüyorsunuz çocuklar, hakkınızdır.’
Moğollar ile yollar ayrılırken, Barış Manço’yu iki isim yalnız bırakmıyor; Engin Yörükoğlu ve Celal Güven. Birlikte, yaşanan tüm değişimlere rağmen, yıllar boyu sürecek olan müzikal birliktelik ve dostluğun baki kalacağı, Kurtalan Ekspres’i kuruyorlar. Grubun adı, Haydarpaşa’dan yola çıkan ve Siirt’in Kurtalan ilçesinde sona eren tren hattından geliyor.
Müzikal yolculuklarını anlatan daha iyi bir isim olabilir miydi? Bu saçlı sakallı, değişik kıyafetli adamlar, Anadolu’nun en ücra köşelerine uğramış, özlerinden beslenirken; yaptıkları sentezleri, kendilerinden ödün vermeden aktarmayı başarmışlardır. Fakat tam her şey yerli yerine oturacakken, Barış Manço apar topar askere alınıyor. Yıllar sonra bir röportajında bahsettiği üzere, ilk kez gazetelerin baş sayfalarına düşecektir; saçlarını kestiği için…
Uzatmalı askerlik, askerlik süresinde unutulmamak adına daha evvelden kaydedilen ve yayınlanan iki plak. Askerlik sonrası verilen konserlere, “kısa boylu vatandaşlar”ın kendisini anımsaması için perukla sahneye çıkmalar, 1975’te tekrar yurtdışı girişimleri, Kurtalan Ekspres’e katılanlar, ayrılanlar… Tam anlamıyla inişli çıkışlı bir dönem akıp gidiyor… Bir de 2023 geliyor. Türkülerin, Cumhuriyet’in 100. Yılı için yazılmış senfonik eserin, progresif rock esintilerin yanı sıra; elektronik öğelerin yer aldığı bu albüm, epik şarkılarla da dikkatleri çekiyor. Yine bu arada, zaman zaman televizyon kanallarında yakaladığım ve her defasında kendimi izlemekten alıkoyamadığım ilk ve tek film geliyor; “Baba Bizi Eversene”.
Eh mevzu evliliğe gelmişken hemen Barış Manço’nun evliliğine de değinelim. Bozuk bir telefon sayesinde Lale Çağlar’la ilginç bir şekilde tanışıyor. Öykü şöyle: Ablasına misafirliğe giden Lale, evdeki telefon bozulunca, üst kat komşusuna telefon etmek için çıkar, kapıyı açan Barış Manço’ya: “ Telefon edebilir miyim?” diye sorar. Aldığı cevap: “Benimle evlenirsen edebilirsin” olur. Muzipçe “Neden olmasın?” diyen Lale, açtığı telefon için para ödemeye kalkınca: “Nasıl olsa evleneceğiz, aramızda paranın lafı mı olur?” yanıtını alır. Bu tatlı tanışmadan iki yıl sonra evlenirler… Lale Manço, 1998’de yaptığı bir röportajda evliliğiyle ilgili olarak şöyle bir tanımlama yapıyor; “Barış içinde 23 yıl…”
“Düzenli bir hayat, düzenli bir kariyeri de beraberinde getirdi” diyen Barış Manço, 1979 yılında Kılıç Danışman ve Ahmet Güvenç’in ağırlıklarının hissedildiği, progresif anlamda en olgun albüm; “Yeni Bir Gün” gelir… Bu albümle beraber, Barış Manço’nun yurtdışı macerasının artık sona erdiğini ve Türk müziğini rock ve caz formatlarında karıştırıp, epik şarkılar yaratacağını söyleyebiliriz. 1979’da “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”, “Aynalı Kemer”, 1980’de “Halhal”, 1981’de “Arkadaşım Eşek”, 1982’de “Ali Yazar Veli Bozar”, 1983’te “Halil İbrahim Sofrası” bu dönemde hit olmuş parçalardır.
Seyyah oldum, dolaştım şu âlemi…
Bu arada, Barış Manço öğrencilik sonrası ülkeye dönerken, donanımlı video çekim cihazları, kamera ve ses sistemleri getiriyor Belçika’dan. Amacı, bu alanda da işler üretip kendi ülke kanallarında yayınlamakmış.
Dost meclislerinde bu isteğini dile getirdiğinde ‘Tabi, sen devam et, çok güzel’ gibi şakayla karışık yaklaşımlarla karşılaşmış. Ama yılmamış Barış Manço, TRT’ye belirli aralıklarla projelerini göndermeye devam etmiş. Ne zaman ki, TRT dış yapımlara açılmış, işte o gün gerçekten ümitlenmiş. 14 yıl bekletilen projesi, dönemin TRT yetkililerince kabul edilmiş; Ekim, 1988. TRT tarihinin en çok izlenen programlarından “7’den 77’ye” başlamış.
Çocuk ve aileye yönelik, eğitici, eğlendirici, kültürel bir dünya belgeseliyle, sanatçı ve ekibi ekvatordan kutuplara yüz elli farklı ülkeye giderek 600.000 km’ye yakın yol kat etti.
Çocuklarla, kendi deyimiyle “kısa boylu vatandaşlar” ile buluşması tam anlamıyla çocukların kendisini bulmasıyla gerçekleşmiş. Barış Manço’yu bir masal, roman kahramanı olarak gören çocuklar, Barış Manço’nun absürd anlayışla sürdürdüğü şarkılarına büyük ilgi gösteriyordu. Barış Manço bu ilgiyi karşılıksız bırakmayacak, programının bir bölümünü onlara ayıracaktı…
Programın bu köşesinde, çocuklarla kurduğu içten diyaloglarla bizlerin sevgisini kazandı. Adam Olacak Çocuk adlı programa, dört binin üzerinde çocuk katıldı. Çocuklar, arabanın arka koltuğuna oturmak, dişlerini fırçalamak, sütünü içip ıspanağını yemek, büyüklerine saygı göstermek gibi pek çok önemli davranışı onunla özdeşleştirdiler.
Barış Manço ise şöyle diyecekti; “Ben bir şarkıcı, bir besteci olarak dünyaya gelmedim… Düşüncelerimi aktarmak üzere geldim. Bu, gün geldi şarkı söylemekle oldu… Gün geldi bir televizyon programında bir çocuğun saçlarını okşamakla oldu… Şimdi insan en iyi kendini bilir, herkesten önce… Ben de bildiğim kadarıyla hep kendimi anlatmaya çalıştım. Hep bir yorum söz konusu, yine kendimin en doğru olduğuna inandığım şeyleri aktarmaya çalışacağım insanlara…”
Yeri gelmişken, Ahmet Güvenç’in paylaştığı şu anekdotu aktaralım; “Adam Olacak Çocuk programı için, Barış bizim de orada olmamızı istedi. ’Yapma Barış, ne yapacağız orada, mini mini bir kuş konmuştu mu çalacağız?’ diye sorduğumda Barış, ‘Ne olur öyle düşünme, biz çocuklara öyle değer veriyoruz ki, Ahmet Abileri de onlarla beraber çalacak.’ Bu, Barış’ın benim hayatıma kattığı en önemli öğretilerdendir…”
Dünü bilelim ki, bugünü anlayalım ki yarını görebilelim…
Programın İkinci Kahvaltı köşesiyle, Barış Manço’nun geçmişe, değerlere saygısını ve hürmetini gördük. Barış Manço, yaşlılarla anıları yâd ederken, onların yaşam mücadelelerini, tecrübelerini, coşkularını ekranlara taşıyıp, yalnız olmadıklarını gösterdi. Yani program, kendi belirlediği sınırları dahi aşmayı başardı…
Barış Manço’nun televizyonculuk ile ilgili ne yazık ki yarım kalmış bir de belgesel projesi mevcuttu. “Türklerin Ayak İzleri” adını uygun gördüğü belgeselde Orhun Anıtları’ndan Anadolu Selçuklularına, Osmanlı’ya ve günümüze kadar geçen dört bin yıllık zaman diliminde, Türklerin ayak bastıkları yerler anlatılarak, düşkünü olduğu Türk tarihi işlenecekti. Ne yazık ki, projesi yarım kaldı. Oğlu Doğukan Hazar Manço, bu projeyi tamamlamak düşüncesindeymiş…
90’lar…
1990 yılında “Türk-Japon dostluğu” etkinlikleri kapsamında Japonya’ya gitti ve Japonya’daki ilk konserini verdi. Japonların büyük ilgisiyle karşılaşınca, 1991’de Japonya’ya tekrar gitti ve Tokyo Soka Üniversitesi İkeda Salonunda konser verdi. Konser sırasında Manço’yla birlikte Soka Üniversitesi rektörünün, ellerinde bayraklarla Kara Sevda şarkısını söylemesi ve salonun coşkulu görüntüsü sanırım hepimizin hafızlarına kazınmıştır. Bu görüntüler, Türkiye’de de konserin ilgi görmesini sağlamıştır.
O dönemde patlayan pop müzik furyasından nasibini alan Manço 1992’de, Mega Manço albümünü çıkardı. Ayı, Süleyman gibi parçalarıyla dikkat çekse de kendisi de albümü çok başarılı bulmadı. 1994 yerel seçimlerinde, Doğru Yol Partisi’nden Kadıköy Belediye Başkanı adayı oldu ancak rahatsızlığı üzerine ve siyasetin kendisini görünce seçimlerden önce adaylıktan çekildi.
1992 yılında Japonya’dan konser teklifi gelmesi üzerine, 1995’te Japonya’da çok başarılı bir turneye çıktı. On yedi ayrı şehri kapsayan bu turne için; “Dünyaca ünlü Michael Jackson’ın ülkeye gelip, Türkiye’de on yedi ayrı şehirde konser verdiğini düşünebiliyor musunuz? Ben bunu Japonya’da başardım. Ne yazık ki ülkemde görmediğim ilgiyi Japonya’da gördüm” diyerek sitemde bulunacaktı.
Bir de Ahmet Güvenç’in anısını aktaralım; “Hayretler içinde kalmıştık; Japonya’ya gittik, tabi ki hiçbirimiz Japonca bilmiyoruz. Biz ortalığı dolaşırken, Barış odasına kapandı. Konsere çıktık, Barış Japonlarla Japonca konuştu. Onlara bir şeyler söyledi, onlar güldüler; o bir şey daha söyledi bir daha güldüler. O arada onu çalışmış, neler söyleyebileceklerini düşünüp, cevaplarını hazırlamış.”
1995’te Kurtalan Ekspres’in tekrar yardım ettiği Müsadenizle Çocuklar çıktı. Pop yıldızlarını yanına alarak onları eleştiren Müsaadenizle Çocuklar şarkısıyla dikkat çeken albüm, Manço’nun tekrardan grup müziğine göz kırptığının ispatıdır. Zira 1996’da konser albümü Live in Japan de Barış Manço ve Kurtalan Ekspres’in başarılı performansının bir kanıtıdır.
Bu dönemden sonra müziğin kalitesinin nispeten azaldığı, özel televizyonların arttığı, reyting kavramının ortaya çıktığı günlerde Barış Manço müziğine gelen eleştirileri Cem Karaca’nın konuk olduğu 4×21 Doludizgin programında şöyle yanıtlayacaktı: “Bu imkânlar daha evvel olsa, daha evvel kullanırdım. 200 yıl önce olsaydı, Mozart da kullanırdı.”
Ülkede iyiden iyiye vahşileşen koşullarla birlikte kendini hem televizyon hem müzik ekranından çekti. 90’ların sonlarına doğru “Kaplumbağanın Öyküsü” projesini yaratmak istedi ve demolar da kaydedildi ancak plak şirketinin isteğiyle Mançoloji adlı bir toplama albüm yapma kararı aldı. Hayranlardan gelen istekler üzerine seçilen şarkılar Kurtalan Ekspres’te de çalan Eser Taşkıran düzenlemeleriyle kaydedildi…
Barış Manço ölmeden önce müzik hayatının 40 yılını anlatan 40. Yıl şarkısını bestelemişti. Ancak sözlerini yazamadan hayatını kaybetti. Bu şarkının da bulunduğu Mançoloji 1999 yılında yayımlandı ve 2 milyon 600 bin satarak o yılın en çok satan albümü oldu.
“Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş…”
Herkesin kabul edeceği gibi, 60’ların ortasında tüm dünyada başlayan özgün arayışlar, ülkemizde başka ülkelerde nadir rastlanabilecek bir deneysellik düzeyinde 70’lerin sonuna dek tekrarı imkansız ürünler yarattı. Erkin Koray, Cem Karaca ve Barış Manço bu özgünlüğün önemli temsilcileridir.
Bu doğrultuda, Türk Rock tarihine biraz da mahcubiyetle Barış Manço ile başladım. Albüm albüm Barış Manço’yu dinledikçe, izledikçe ve okudukça mahcubiyetim giderek büyüdü! Aslında bunu tam olarak nasıl anlatabilirim bilemiyorum, bu hissiyat karşısında kullanıp, kullanabileceğim bütün cümleler aciz kalacaktır. Yıllardır gözünüzün önünde duran, içinde ne olduğunu az çok tahmin ettiğiniz kapalı bir kutuyu, ilk defa açıp içinde tahayyül ettiklerinizden çok daha heyecan verici şeyler bulmak gibi sanırım… Yaklaşık bir ayımı, Barış Manço dinleyerek, izleyerek ve okuyarak geçirdim. Cüreti cahilane bir girişimle, 4k-Radyo için, Barış Manço Özel Yayını gerçekleştirdim.
Ve yine cüret-i cahilane bir işle, bu yayın için yaptığım hazırlıkları kaleme almaya çalıştım. Bunun bir diğer nedeni de, Barış Manço ile ilgili derli toplu bilgilerin bir arada bulma zorluğu oldu. Kusurlar elbette mevcuttur lakin biliyorum ki, yürekler ganidir… Koskoca bir hayatı, tüm yoğunluğuyla, müziğiyle naçizane yazı diline dökmeye çalıştım. Umarım Barış Manço’ya yaraşır bir şeyler yapabilmişimdir…
Oruç Aruoba’nın da dediği gibi; “Ölümle sona eren, yaşamın kendisidir, anlamı değil.”
“Yaptığını bilen, bilincinde olan insanlara saygı duyuyorum. Bir sıçrama yapabilmek için; geçmişteki bir dönemi, devri, insanı temel alabilecek bazı olayları özümseyip, yerleştirebilirsen sıçrama yapabilirsin.” Barış Manço
Kaynaklar:
Bir Cem Karaca Kitabı, Gökhan Aya, 1998
Barış Manço 81300 Moda (1 kitap 1 VCD), BOYUT YAYIN GRUBU 2000
Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço, Birgül Yangın 2002
“Keşke Olmasaydı: Barış Manço” Kanal 24 Belgeseli, 2009
http://www.kalemkahveklavye.com‘dan alınmıştır.