Anneannemin takma dişleri

okuma süresi 5 dakika
“Kadının derdi başından aşkın, hallederiz, dur sen...” deyip önümde diz çöküp omuzlarımdan tuttu adam. Kocamandı elleri. “Senin çareni biliyorum ben,” dedi. Buzdolabını açtı, üzerinde Yeni Rakı yazan şişeyi çıkardı. Kadın “Ne yapıyorsun Cemal?” deyince, “Diş ağrısına en hızlı bu iyi gelir...” deyiverdi adının Cemal olduğunu öğrendiğim adam.

Anneannesinin mutfağında büyüyen çocuktum ben. Onun, ocağında bir tencerenin biteviye fokurdayıp durduğu, kızdırılmış tavada illaki bir şeylerin cızırdadığı, reçelin köpüğünün tam zamanında alındığı, kahvelerin son anda taşmaktan kurtarıldığı, ayıklamakla görevlendirildiğim mercimeğin içinde taş bulunca kahraman ilan edildiğim mutfaktı orası. Sabah çayın altının yakılmasıyla hayat başlar, akşam çayı altının söndürülmesiyle günün bittiği haber verilirdi. Tupturuncu bir mika masa vardı ortasında. Hayatımın ortasında duruyor o masa hâlâ, ne zaman gözlerimi kapatsam. Bir de balkonu vardı ki. Anneannemin boş elma sandıklarını birbirine çakıp, üstüne kilim örterek yaptığı divanda, patates soğan sepetlerinin, turşu bidonlarının arasında kaç yaz geçirdim. Hayatımın en güzel günleriymiş meğer. Gece herkes yemekten sonra televizyonun karşısına çivilenince, anneannem bulaşığa girişir, bol köpüklü sularda bardakları, tabakları ovdukça damla şeklindeki altın küpeleri ve eteklerinin uçları sallanırdı. Islanmasın diye kollarını kıvırdığı bluzu kayıverince bileklerine, bana dönüp “kızım çekiver şunları yukarı” derdi. Her şeyi durulayıp üst üste dizer, mutfağa yıkanmış bulaşıkların sakinliği çökerdi sular süzülürken beyaz tabaklardan. Çay koyardı sonra iki tane, benimki paşa. Balkona çıkardık. Anneannem çıkmazdan evvel dev Vita kutusunun arkasına sakladığı Maltepe’sinden bir tane alırdı. Sinek gelmesin diye ışığını açmadığımız balkonda, karanlıkta otururduk. Sigarasının kırmızı harı yanıp sönerken, bitmek bilmeyen sorularımı cevaplardı sonsuz bir sabırla. Anneanne şu yıldız kutup yıldızı mı? Anneanne okullar açılınca ben eve geri mi döneceğim? Anneanne yarın kurabiye yapalım mı? Karşımızda dut ağaçları hışırdayıp dururdu. Arabalar geçerdi uzaktan, farlarının ışığını görürdük sadece. Hayatımın en güzel geceleriymiş meğer.

Sonra öldü anneannem bir gün. Hiç hesapta olmayan bir şekilde. Nasılını anlatacak değilim ama o akşamüzeri dünyaya göktaşı çarpsa daha az etkilenirdik, bunu biliyorum. Bir gecede büyüyormuş insan. Bir de bunu biliyorum. Apar topar dedemin uzaktan akrabalarından birinin evine bırakıldım o gece. Üç gün sonra annem bembeyaz suratıyla gelip alacaktı beni bırakıldığım akraba evinden. Arabada hiç konuşmayacaktık. Ondan sonra hayat nasıl olacaktı, soramayacaktım anneme.

Bana hiç kullanılmayan misafir odasında yatak yaptılar akraba evinde o gece. Önce bir tabak çorba koydular önüme, içmedim. Ekmek arası peynir verdiler, ona da dokunmadım. Sonra acayip kokan bir pijama verdiler üzerime, hık mık ettim ama mecbur giydim. Eski mobilyaların tıkırdayıp durduğu odanın ortasına, yere atılmış yün yatağa kıvrıldım. Uyumak tek çaremdi. Uykudan başka kaçacak yerim yoktu. Anneannen öldü demişlerdi. Beni paket yapıp bu eve getirmişlerdi. Bu kadar. Beni aklımda dönen milyonlarca soruyla baş başa bırakmışlardı. Paralize olmuştum. Üzülecek bir boşluk yaratamamıştım henüz kafamın içini kaplayan şaşkınlıktan.

Uyudum uyumasına da. Ama birkaç saat sonra korkunç bir diş ağrısıyla uyandım. Hayatımın sonuna kadar beni rahat bırakmayacak dişlerim ilk kez o gece, o çorba kokan, çocuksuz misafir evinde sukoyverdi. Sağa döndüm, sola döndüm. Yok, mümkün değil, dayanamıyorum. Tuvalete gittim. Yüzüme su çarptım. Mutfağa gittim, su içeceğim, koridorun ışığı yandı. Ev sahibi kadın “n’oldu evladım” deyip panikle yanıma geldi. “Dişim ağrıyor” dedim. Başladım ağlamaya. Koştu, kocasını uyandırdı. “Cemal,” dedi, “Kız çok kötü. Ne yapsak annesini mi arasak?” “Kadının derdi başından aşkın, hallederiz, dur sen…” deyip önümde diz çöküp omuzlarımdan tuttu adam. Kocamandı elleri. “Senin çareni biliyorum ben,” dedi. Buzdolabını açtı, üzerinde Yeni Rakı yazan şişeyi çıkardı. Kadın “Ne yapıyorsun Cemal?” deyince, “Diş ağrısına en hızlı bu iyi gelir…” deyiverdi adının Cemal olduğunu öğrendiğim adam. Kadın koştu pamuk getirdi banyodan, üzerine rakı döküp dişime koydular, yatağa yatırdılar. Dakikasında yine sessizliğe gömüldü ev.

Sırt üstü uzanmış, tadını ilk kez aldığım anasondan dilim damağım uyuşmuş, hâlâ sızlayan hain dişimin ağrısının geçmesini bekledim. Geçtiği falan yoktu. İyice yayıldı sızısı ağzımın içine. Kafamın tamamını ele geçirdi sanki. Başımı yastıkta sağdan sola çeviremiyorum, ıstırap içindeyim. Kalktım, olacak gibi değil. Parmak ucunda çıt çıkarmadan mutfağa gittim. Ağzımın içindeki pamuğu çıkarıp biraz daha rakı döktüm üzerine, aynı yere geri koydum. Biraz fazla dökmüşüm rakıyı, pamuğu iki dişimin arasında sıkınca çoğu boğazımdan aşağı indi, artık boğazım da yanıyordu. O gece sabaha kadar yatakla buzdolabı arasında kaç tur yaptım bilmiyorum. Güneş doğmaya başladığında, oda etrafımda dönüyordu. Midem fenaydı. Dişimin ağrısının geçtiği falan yoktu. Bir ara nasıl olduysa sızmışım.

Üç gün sonra annem geldi. Arabaya bindik, yolda hiç konuşmadan anneannemin evine gittik. Evde kimse yoktu, anahtarla kapıyı açtık. Girişte kocaman bir kutu vardı, “ne bu?” dedim anneme. “Anneannene anneler günü hediyesi bulaşık makinesi almıştık, onu getirdiler dün,” dedi. Sesi kısılmıştı. Mutfağa girdim. Bulaşıklar tertemiz, bütün suları süzülmüş, baş aşağı duruyor tezgahın üzerinde. Hiçbir değişiklik yok ortalıkta. Birden aklıma geldi, Vita kutusunun arkasına uzattım elimi, elim sigara paketine değdi, alıp cebime koydum annem görmeden. Sonra mutfakta turuncu mika masanın üzerinde bir gazete gördüm, bir şeyi örter gibi, altında bir şey var gibi duruyordu masada. Kaldırdım, anneannemin takma dişleri üst üste konmuş, gülümsüyordu.

 

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.