Saçlarını savurmuş olabilir misin Zeliha?
okuma süresi 4 dakikaHızlıca koştu sokakta, karanlık… Duvara yansıyan bir gölge olsa koştuğuna inanabilirdi, kaybolduğuna ya da kendine baktığı bir anda. Görecek kadar duramadı. Uykusunda ise şanslı… Uyanabilir… Bir çığlık gerek, yaratmak bir çığlığı, olmadı biri yazmalı. Korkuyor, her köşe başında bekleyen şu adam, tam köşeye geldiğinde yittiği için artık bilmeli, o kim, uyuyor mu? Çığlık!
-Abi anlamadım az, bu başlangıcı.
-Boşver ben de anlamadım.
-Nasıl ne demek o, sen yazdın?
-Evet, ben yazdım.
-Abi Zeliha’ya da yazacaksın değil mi, şehirde büyüdün biliyorum ama benden güzel anlatıyorsun köyü toprağı sanki yaşamışsın da valizine doldurup getirmişsin gibi, anlatacaksın değil mi doğduğum yeri, onu? Saçlarından gelmiş gibi deli deli esen bir rüzgar var orada, bir bilse..
-Yazacağım Ömer, hiçbir şey bilemeyişimin ispatı kelimeleri sıralayacağım hayalimin üstüne. Ardı ardına dizileceğim onlarla, Zeliha bilmeyecek, sen de…
-Efendim Abi?
-Bir şey demedim çocuk, yazacağım. Rakı bitmiş yarın gelirken alıver sana zahmet.
-Abi içmeyecektin hani, dedeye söz vermemiş miydin?
Görüş mesafesini kapladığı her âna minnetle saçlarımdan rüzgar devşirdiğini söyleyen…
Kim yazdı çığlık kelimesini, gece boynuma ellerini geçiren ölesiye sıkan adamın yanında kim uyandırdı beni, nefesimi boğazıma tıkayıp nefes aldıran bu adamın yanında kim, kim uyandırdı beni, kim! Sırtımda ince uzun bir sancı olmasa ellerimin uyuşmuş acısını hissedebilirdim ama tam boynumda biten sızı gecenin sabahı olana dek sürecek. Saçlarımı oynatamıyorum, dipleri kan çanağı. Doktora gitsem, rapor alsam, kalkabilir miyim, doğrulabilir miyim. Morlukları yine kayıt altına aldırsam, ailedir kocandır hakkıdır diyen cehennemim “babacan”a zor bela anlatıp derdimi, kayıt altına aldırıp geri dönsem, geri dönmedim mi, döndüm.
Kim yazdı kabusuma çığlık? Kim bu cehennemin kelimesi? Nefes alamıyorum, okuduğum kitapların arasında toz zerreciği olsam. Sırtımda ince uzun bir ağrı, izi kalır mı bu sefer. Bacaklarımı hissetmiyorum. Boynumda izi var mı, boynum… Âh etmekten dermanım kalmadı inanmaya, tekrar uyusam koynunda cehennemimin. Kim uyandırdı beni…
-Abi anladım, karanlıkta koşan bu kadın mıydı? Sevdiği mi dövmüş öldüresiye kim o, duyduğun şu kadıncağızı mı anımsadın ne yaşamış kim o bilmiyoruz ki ne oldu acep. Vay şerefsiz namussuz, insan sevdiğine kıyar mı? İnsan insana kıyar mı ağabey ne sevdiği… Ne oldu sonunda?
-Bir sonu yok Ömer, sonu olmalı mı?
-Sen olmaz diyorsan daha iyi bilirsin tabii. Rakıyı getireceğim abi üzdüm mü sıkıntılısın, tek içiver ya da çok sarhoş olma zaten dede kızmaz sana sen de anasonsuz yapamazsın, içip içip dedenin önünde öyle konuşmasaydın… Afedersin gidiyorum çıkıyorum abi şimdi.
Nefes alamıyorum bir gün öldürecek beni, beni öldürecek diye diye sayıklarken herkesin ortasında, ucuz vasat bir filmi zevkle seyreder gibi yanımdan geçip giderken herkes dünyada bir başına öldürecek beni. O kelimelerin bakışın sahibi saçlarımdan rüzgar devşirdiğini yazan bu adam… Şimdi yanı başımda işkencem… Öldürse beni.
-Abi yazacaksın değil mi, unutma!
-Hemen başlıyorum aldım kağıdı bak, sen çık yazıyorum:
Zeliha, üst katta arada birkaç öteberisini alığım bir abi var, aslında dur onu anlatarak başlayayım sana kendimi anlatmaya, bazen yazılarını da okuyor bana. Bir keresinde bir kızı anlattı bir hikâyesinde, sanırım çok içip dedeye ağlayıp saydırdığı gecenin öncesiydi. Dede iyidir bir güzel adamdır yanlış anlama, sonra elini öptü abim, dede de başını okşadı, unuttular. Yazılar yazıyor sıkıntılı oluyor bazen, bir hâli var öyle o zamanlar ama çok sevimlidir biliyor musun. Bir çakırkeyf rakı içer anlatamam, anason kokar ev bazı ne güzel kokar, açar pikabını hem söyler hem eyler, bazen beni de çağırır ha beraber içeriz, közde patlıcan yaparım ona, çok sever…
Dedeye ağladığı gün öncesi hikâyesinde bir kızı anlattı demiştim bir kasabayla beraber, orada yaşamamış ama anlattı, neyse aynı benim doğup büyüdüğüm yer yahu. Nasıl biliyor musun, basamak basamak toprak düşün, dalga dalga ama öyle genişçe ki ve öylesine binbir tonla yeşil, sarı, kızıl düşün… Bu basamaklar, bizim yarı beton yarı ahşap evin, ahşap arka tarafının gördüğü alabildiğine yeşillik… Bir ara niye yarısı ahşap yarısı beton onu da anlatırım neyse çok az ağaç var ama bir deli rüzgar var ki ağaç olsa nasıl olur hiç bilemiyorum… Pencereyi açınca insanın yüzüne değiyor okşuyor rüzgar, sana bakmak gibi… Saçlarını savurmuş olabilir misin o an Zeliha, saçlarından mı devşirilmiş o rüzgar?