Prinkipo’da bir Fıstık Ahmet, bir de Varbet.
okuma süresi 4 dakikaBostancı’dan Mavi Marmara motoruna binmişti. Kırk dakikada, Büyükada. Demek artık böyle de bir şey vardı; hem motor, hem hızlı. Kadıköy’den Üsküdar’a giden simsiyah, yakışıklı Chevrolet dolmuşlar hemen şuracıktaydı oysa. Anneannesiyle binerlerdi. Masal gibi bir dünya.
“Artık eski İstanbul’lu mu sayılıyorum ben şimdi yani… Ne kadar da komikmiş be.” diye düşünüp sırıttı. Böyle sırıtırken, muhâkkak önüne bakması gerekiyordu. Allah saklasın; biri görse deli derdi de, anlatamazdı nelere sırıttığını.
“Sonunda Prinkipo!”
Aylar evveliydi; fünikülerde karşılaştığı gözleri görmeyen bir yolcunun koluna girip, Mecidiyeköy’e dek sohbet etmişti onunla, bir yandan rehberlik ederken. Bittabii bir zamanlar çok sevdiği bir sinema filminden araklamıştı bu sekansı. Adamla laflarlarken; “Prinkipo Meyhanesi’ne gitmelisin” demişti ona. Görememek üzerine, sonradan sık sık düşünmesine neden olan, unutulmaz bir metro yolculuğuydu. Metro yolculuklarında unutulmaz şeyler yaşamak pek ender rastlanır bir durumdu ve Prinkipo Meyhanesi’ne bir gün elbette gidilecekti.
Aylar sonra; Varbet’in dilinden düşürmediği “Fıstık Ahmet”in meyhanesinin, aslında Prinkipo’nun ta kendi olduğunu anladığında bir ılıklık gelmişti üstüne.
Ve işte şimdi Prinkipo. Adalı Ahmet’in, ‘adanın bu günlerini’ geçer geçmez sağ kolda bulunan, denize nazır meyhanesi.
“Bostancı’dan binmenin bir güzelliği var.”
O sokaklardan biri ortaokul. O sokaklardan biri onüçler, onbeşler. O sokaklardan birinde saçlar hâlâ iki yandan örülüyordu, o sokaklardan birinde yumurta savaşı yapmayı öğrendi, o sokaklardan birinde oğlanlarla başka türlü bir şey hissederek ilişkilenildiğinin farkına vardı, o sokaklarda ilkgençlik. İnsan nasıl oluyor da yaşadıklarının pek çoğunu unutuyordu yıllar geçtikçe. Ah bu unutmak! Keşke azıcık daha hatırlamak mümkün olsaydı o zamanları. Evet, Bostancı’dan binmenin bir güzelliği vardı; şimdi bir kısmı kayıp bir kaç yılı anmak, onları selamlamak.
Motordan indiğinde, -ne umulmadık bir çağrışım- Bellagio geldi aklına. İtalya’nın kuzeylerinde, Como gölüne komşu bir ada.
“Bizim Bellagio’muz da burası. Tabii Bellagio kadar temiz ve hafızalı olmayanı.”
Prinkipo’yu kendi bulmak istedi. Yürümeye başladı. Bir sürü meyhanenin önünden geçti. Eğer bir meyhane ‘azıcık ötede’ ise, orda muhâkkak ki bir güzellik de vardı. Kayalıklara oturmuş ayaklarını suya sarkıtan bir kız gördü. Diyaframından yukarıya doğru bir serçe havalandı; “Kesinlikle doğru yoldayım!”
Biraz Enver İbrahim dinledi, biraz İncesaz’ın ortaokul albümü Süper Baba’yı; biraz da, yolu uzatıp içinden geçtiği marinanın, küçümen kıraathanesinde birbiriyle tatlı tatlı takışan balıkçı amcaları.
Sonra Prinkipo’nun önüne geldi, alıcı gözüyle baktı, bir masa seçip oturdu.
“Bir duble rakı istiyorum. Bir de peynir. Başka bir şeye gerek yok abicim.”
Çekirdeği çıkarılıp ikiye yarılmış kırma zeytinlerle geldi peynir. Zeytinyağı iki damla göz kırpıyordu; “Ben buradayım ve sen iflâh olmayacak bir Akdeniz çocuğusun.”
Duble rakısını iki tek yaptı, güneşli havaya daha uzun eşlike etmek için. Yalan yok, bir ara aklı votkaya kaçtı, ah hep o muazzam Rus kadınları yüzünden. “Garson! Bize iki tek votka daha.” (*) şöyle bir çarptı karşıdaki kayalığa. Rakısından musiki güzelliğinde bir yudum aldı. Bir başka usta kulağına fısıldadı:
“Ah efendim önemi yok hâlimin, seyrederim hayret ile şu alemi.”(**)
“Varbet, beni buraya getirmesi ile nam sahibidir. Kendi gelmese bile olur. Biz de hatırladıklarımızı yanımıza alır, emekli oluruz bir gün elbet. Sen çok yaşa yeter ki Varbet. Sen de Fıstık Ahmet.”
Usta saydığı, ‘kaptan’ dediği az insanı düşünüp; şimdi şükrediyor onlara.
Bir yudum daha. Onu oluşturan her şey adına.
Rakı içip çoğalmak diye bir hakikat var, ediplere inat, var bu dünyada.
(*) Turgut Uyar’ın Edip Cansever için yazdığı şiirden alıntı.
(**) Sezen Aksu ve Bülent Ortaçgil’in sözlerini yazdığı Erkan Oğur besteli Bir Ömürlük Misafir adlı eserden.
“İnsanı üstüne bindiğinde adaya dek taşıyan bulutlarını paylaştığı için Özgür Türen’e hususi olarak teşekkür ederim. Ki kendisi de bir varbet’tir. Elleri ve vizöre yaslanan gözü dert görmesin.”