Yağmura yaraşan rakı
okuma süresi 2 dakikaOkulun açık penceresinden çocukların sesi geliyor, hep beraber söylüyorlar. Makamlı, belli ki çalışmışlar, belki bir yarışmaya, bir müsamereye, bir temsile hazırlanıyorlar. “Gesi Bağları” söyledikleri. “Ölüm varsa bu dünyada zulüm var” kısmını daha bir hevesle ve heyecanla söylüyorlar. O yaştaki dertler, dünyanın en büyük derdidir de sanki. Bahçede sarı yapraklar var, çocuklardan biri isim yazmaya çalıştı ayağıyla.
Yağmur çoğu zaman sadece yağmur değil. Yüküyle var bazı doğa olayları. Kar öyle, yağmur öyle, rüzgâr öyle, güneş öyle. Güneş bir doğa olayı değil ya, şimdi yakıştırmak güzel geliyor. İnsan nerede değilse orada olmak istiyor. Şimdi mesela, ben isterdim ki öğlen inerken rakı içeyim. Hiç görmediğim Arjantin’de mesela. Arjantin’i ben hiç görecek miyim? “Arjantin’e âşık olur, Almanya’yla evleniriz.”
Defter iyi midir? Büyük ihtimalle iyidir. El yazıları, kurşun kalemler, çizilemeyen onca şey. Yağmur yağıyor ve defterlerin bazılarına şimdi “yağmur yağıyor” yazan birileri olsun istiyor insan içinden. El yazısı bir gün bitecek belki. Tuvaletlere bile parmak iziyle girilmiyor mu artık?
Rüyalardan uyanılan bazı sabahlar var. Aynı rüya, bir kere, iki kere, üç kere, dört kere, otuz kere. Anlatsan anlatılmaz, ciddiye alsan gülerler, ağlasan yersiz. Uyanırsın ve elin rakıya gider belki. Bu belki önemli. “durduk yere sting sevenler cemaatinden değil/ aynı nedenden sağ kalmışız; raslantıya bakınız/ seni belki sevmişimdir aşırı belki”.
El dediğin üşür. Üşümeyen elde bir sıradandışılık olmalı. Ayak dediğin zaten üşür. O filmin adı “Baran”, o ayakkabının rengi yeşil, o park çok büyük. “Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda”.
Biz, rakı içelim.