Bıyıklarını kesmiş…
okuma süresi 5 dakikaYıllardır hemen her akşam yaptığı gibi yine uzaktan kontrol etti masaları. Hüseyin abisi belletmişti ona daha işe yeni başladığı zamanlarda; “Rakı içilen yerde öyle edepsiz edepsiz masaların etrafında dolaşılmaz” demişti. “Bir adam yalnız oturup yudumluyorsa rakısını bil ki düşünüyordur. Acısı vardır, derdi vardır. Rahatsız etme, bırak yaşasın derdini; düşünsün düşüneceğini. İki adam içiyorsa, iş konuşuyordur, dağıtma dikkatlerini. Belki bir anlaşmazlıkları vardır; sulhe yakındırlar. Neme lazım geciktirme barışmalarını. Canları sıkılmıştır belki sadece ya da yalnızca keyif için içiyorlardır. Sen bozma keyiflerini. İki kadın varsa masada, terk edilmiştir belki bir tanesi. İçi hafiflesin diye arkadaşı almış getirmiştir buraya. Yaklaşma elbet bir tanesi bulur seni. Masa kalabalıksa, anılar tazeleniyor olabilir. Hatırladıkça yüzleri güler; belki göçüp giden arkadaşları vardır, onu yâd ediyorlardır. Dolanma anılarının arasında. Hele ki bir adam ve bir kadın rakı içiyorsa adamın gözü seni bulana kadar yaklaşma. Âşıktır. Açılmaya çalışıyordur. Sakın ha.”
15 yaşında ya vardı ya yoktu bunları öğrendiğinde. 38 yıldır rakı masalarının arasında varlığını rahatsızlık vermeden belli etmeyi becermişti böyle böyle.
Cemal beyi ve arkadaşlarını gördüğünde ufak bir baş selamıyla karşılamıştı uzaktan. “Bıyıklarını kesmiş” demişti içinden. Gençten üç müşterinin siparişiyle ilgileniyordu. Belli ki üniversite talebesiydiler. Oğlu gelmişti aklına. Çocuklar ne yiyip ne içeceklerini konuşurken, o Hasan’ını düşündü bir yandan. Seneye şu okul da bitsin de önce bir askerlik sonra da bir işe girerdi. Öğretmen çıkıyordu Hasan. Önce biraz mırın kırın etmişti felsefe öğretmenliğine ya olsun varsındı. “Baba, sen yıllardır meyhane masalarında rakıyla düşündürüyorsun insanları; ben de okul sıralarında bilgiyle düşündürmek istiyorum öğrencileri” demişti Hasan. Kabullenmişti bu söz üzerine. İyi bir şey yapacaktı evladı. Emindi. Unutmuştu Cemal beyin bıyıklarını.
Gençlerden biri “Abi bize birer lüfer yap sen, bir de bir büyük aç” deyince silkindi düşüncelerinden. “Meze tepsisini yollarım hemen. Bakla taze, iyi gider rakıyla” diyerek ayrıldı o masadan.
Cemal beyin masasının yanından geçerken selam verip “Hoş geldiniz” demeyi ihmal etmedi. Müdavimlerden sayılırdı Cemal bey, iyi içerdi; efendi adamdı. Misafirleri de vardı bu akşam. Altı kişilik masa ayırtmıştı Cemal bey. Beşi gelmişti. Diğeri de yoldadır diye geçirdi aklından. Cemal bey yalnız olsaydı kesin sorardı bıyıkları niye kestiğini. Sustu. “Belki iddiaya girip kaybetmiştir” diye geçirdi aklından. Sonra anladı. Bu akşam özel birini bekliyordu Cemal Bey; hem bıyıklarını kesmişliğinden hem de oturuşundaki belli belirsiz heyecandan anlaşılıyordu. Cemal Bey’in beklediği kadın geldiğinde her zamankinden daha da özenle ilgilenmeye karar verdi.
Mutfağa gidip Necmi’den gençlere meze tepsisi götürmesini istedi. Cemal beyin mezelerini kendi götürecekti. Yine de acele davranmış olmamak için mutfaktan çıkıp şöyle bir baktı Cemal beye. Anlamıştı Cemal bey de. Tepsiyi yüklendi. Gözü mezelerde durdu Cemal beyin yanında. Her zamanki gibi aynı mezeleri alacağını biliyordu. Tepsiyi ona göre dizdirmişti zaten. Şakşuka, yoğurtlu semiz, bakla ve ezme. Cemal beyin yine gömlek kollarını kimseye çaktırmamaya çalışarak kontrol edişini izlerken gülümsedi. Bu konuda takıntılıydı bu adam. “Aman be adam bırak bulaşırsa bulaşsın” diye düşünürdü bazen. Ama bu akşam, belliydi işte, özel biri geliyordu. Tıraşına, gömleğinin ütüsüne özenmişti Cemal bey; bıyıklarını bile kesmişti.
Bir gözü kapıda, diğer masalarla ilgilenmeye başladı sonra. Nasıl biriydi acaba beklenen kişi, merak ediyordu.Zaman ilerledikçe merakı iyice arttı. Cemal beye uzaktan baktığında heyecanın yerini tedirginliğin aldığını gördü. Dalıp düşünüyor, sonra masadakilerle bir şeyler konuşuyor, sonra yine dalıyor yine düşünüyordu Cemal bey. Mutfağa böbrek siparişi verdi. İyi yaparlardı burada böbreği. İkram edecekti Cemal beyin masasına. Ara sıcak siparişi vermemişlerdi daha ama olsun diye düşündü. Bilirdi Cemal beyin böbrek sevdiğini.
Mutfaktan çıktığında masadaki kadınlardan birinin yazar kasanın olduğu yere doğru geldiğini gördü. Mutfak kapısının yanında dururdu yazar kasa. Mutfaktan çıkanın kontrolü bu işin püf noktasıydı. On beş yılı aşkındır buradaydı. Mekânın sahibi Nevzat bey o akşamın hasılatını mutfaktan girip çıkana bakarak tuttururdu hep. Güzel adamdı şu Nevzat bey. Hasan’ın üniversiteyi kazandığını öğrendiğinde maaşına zam yapmıştı.
Kadının elinde telefon vardı. Gülümseyerek selam verdi ve biraz geriye seğirtti. Konuşurken kadının yüzünün bir anda asıldığını gördü. Kötü bir şey yoktur inşallah diye geçirdi içinden. İster istemez gözü Cemal beye takıldı. Pek çaktırmamaya çalışsa da bir gözüyle telefonla konuşan kadına bakıyor, anlamaya çalışıyordu Cemal bey.
Kadın telefonu kapatıp masaya doğru yöneldiğinde mutfaktan ona seslendiler; “Böbrekler hazır Bahri Abi”. Servis tepsisine diziliydi böbrekler. Her tabakta altı parça. Hemen hepsi de aynı büyüklükte. “İyi yapıyorlar burada böbreği” dedi yine içinden. Tepsiyi aldı eline. Kapıdan çıktığı anda hiç alışkın olmadığı bir şey oldu. Tepsiyi aceleyle Necmi’nin eline tutuşturdu. Cemal bey, olanca sesiyle gürlemişti; “Garson! Bak buraya! Bana buz getir!”
Bunu okuyan, şunu da okudu: http://buyukkeyif.com/sifa-niyetine/3200