Yılbaşı eğlenceleri coşkulu olur…
okuma süresi 4 dakikaYeni yılın başladığı şu günlerde eski dönemlerin yılbaşı balolarına farklı açıdan yaklaşıp emektar bir hizmet erbabı olarak biraz da biz hizmet gönüllülerinden söz etmek istiyorum. Daha önceki yazılarımın birinde altını çizerek vurguladığım gibi, hizmet erbabı olarak çalışan bizler sahnede oynayan sanatkârlara benzeriz, senaryo ne ise onu oynar, rolümüz neyi gerektiriyorsa onu yaparız. Yeterli bilgi ve deneyime sahipsek eğer senaryoyu biz yazar yine biz oynarız. Bu nedenle de deneyimli bir hizmet erbabı çalıştığı mekânı belirli bir süre içinde doldurabildiği gibi, sorumsuz bir hizmet elemanı salonun bir anda boşalmasına da sebep olabilir. İşte böylesine hassas dengeler üzerinde sürdürürüz görevimizi.
Hiç kuşkusuz ki bu görevlerin en önemlileri yılbaşı gecelerinde düşer bizlere. Buna örnek olabilecek ilginç bir anımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Bir yılbaşı gecesi Harbiye’deki “Paella” adlı gece kulübünde bir grup Avustralyalı genç çılgınca eğleniyordu. Bir ara gençlerden bir hanım yanıma gelerek görevli komilerden birini gösterip “Onunla dans edebilir miyim?” diye sordu. Hemen sempatik kominin yanına giderek, “Hanımefendiyi dansa kaldırıver lütfen” diye ricada bulundum kendisine. O da buna dünden razıymış zaten. Böyle olabileceğini nasıl bilebilirdim ki? Sarmaş dolaş saatlerce dans ettiler pistte. Hâsılı böylesine anlamlı bir gecede ortamına göre belirli ölçüler içinde bu tür isteklere de cevap vermek durumunda kalabiliyoruz kimi zaman. Bu da işimizin bir başka önemli yanlarından biri…
Eski dönem yılbaşı balolarında kıyafet mecburiyeti uygulanır, baloya katılacak beylerin smokin giymesi istenirdi. Pek tabii ki hanımlar da ya tuvalet ya da şık bir abiye gece elbisesi giyerlerdi. Yılbaşı yaklaşırken “duhuliye”, yani baloya giriş bileti diyebileceğimiz biletler alınır, masa rezervasyonları yaptırılırdı. Balo gecesi misafirler gelmeden önce salonun her yanı baştanbaşa yılbaşı süslemeleriyle donatılırdı. Dans pistinin üzerine içi balonlarla dolu devasa büyüklükte özel bir file asılır, yeni yıla girildiği anda filenin içindeki balonlar davetlilerin üzerlerine bırakılırdı.
Ayrıca davetliler salona alınmadan önce iskemlelerin ve masaların üzerlerine kâğıttan yapılmış maskeler, şapka, yelpaze, serpantin, konfeti gibi kotiyonlar düzenli bir şekilde yerleştirilirdi. Orkestra müziğe başlamasıyla birlikte davetliler salona alınır, masalarına otururlardı. Pek tabii ki masalarına oturmalarıyla birlikte kotiyonlarını takarlardı. O günlerde orkestralar bugün olduğu gibi sadece piyanist şantör olarak değil, sekiz-on müzisyenden oluşurdu. Her orkestrada klâsik piyano, flüt, saksafon, klarnet, kontrbas, davul ve ünlü bir solist mutlaka bulunurdu. Gecenin yemek mönüsü ise geleneksel “Consomme Royal” (bir tür et suyu) ile başlar, ana yemek de mutlaka ballı kestane soslu hindi dolmasından oluşurdu. Servisle birlikte yemek müziği başlar, ilerleyen saatlerde de dans müziğine geçilirdi. O anda davetlilerin hemen hepsi piste kalkar, yeni yıla dans edilerek girilirdi.
Belki inanmayacaksınız ama hizmet erbabı olarak çalıştığım bunca yıl içinde yeni yıla Sevgili Eşim Nermin Hanımla birlikte girdik hep. Görevli olduğum salonda yeni yıl gecesi eğlence maratonu bütün hızıyla sürerken salonun ışıkları sönmeden, yani saat 24.00’e birkaç dakika kala telefonla evi arar hanımımla dereden tepeden konuşmaya başlardık. Mucizevî cep telefonları icat edilmemişti henüz. İstanbul Telefon Başmüdürlüğü’ne başvurulduktan sonra en az 8-10 yıl beklerdik kendimize özel telefon alabilmek için. Neyse, gece yarısında salonun ışıkları sönüp konukların coşkulu sevinç haykırışları yükselirken hayat arkadaşımın yeni yılını kutlar, kendisine sağlık ve mutluluk dolu nice yıllar dilerdim. Kırk yıl kadar sürdü bu güzel alışkanlığımız. Çünkü o gece sevgili eşim evde, ben de işte olurdum hep.
Affınıza sığınarak biraz daha egosantrik davranıp kendisiyle birlikteliğimizin ilk yıllarına dönmek istiyorum. O günlerde daha ilginç olaylar yaşamıştık çünkü. Vatani görevimi yerine getirmek üzere kendisinden uzun süreli olarak ayrı düştüğümüz günlerde yaşamıştık bu ilginç olayları. Denizciydim ve bahriyeli askerliği üç yıldı o dönemde. Hasret ve özlem gidermek için eşime her gün mektup yazmaya başladım. Askeri bir tatbikat sırasında bir gün mektubumu sektirdim. Çok yoğun geçiyordu tatbikat çünkü.
Ertesi gün bir de ne göreyim bizim hanım nizamiye kapısının odasında telaşlı bir halde beni beklemiyor mu? Korktum, irkildim birden. O şaşkınlık içinde “Hayrola?” dedim kendisine. “Dün mektup göndermedin, seni çok merak ettim dayanamayıp geldim demez mi?” Güldüm sadece o kadar. Düşünebiliyor musunuz, kendisine bir gün mektup yazmadım diye kalkıp İstanbul’dan Ankara’ya geliyor ve bana sitemleri bildiriyor. İnanabiliyor musunuz buna?
Bir gecelik birlikteliklerin “Aşk” (?) olarak telaffuz edildiği şu günlerde gönül okşayan, insanın içini ısıtan bu ulaşılmaz duygulara “Plâtonizm’le romantizmin muhteşem valsı” diyorum ben. Bu nedenle de yılbaşı gecelerinde kendisini telefonla arayıp birlikte yeni yıla girmemiz pek de büyütülecek bir şey değil aslında. Ama yine de gerçek sevgi ve saygının tezahürü olduğu da apaçık ortada… İkimiz de seçimimizi doğru ve isabetli yapmışız demek ki.
Saygılarımla…