Tanpınar: “Londra’nın benim üzerimdeki tesiri”…
okuma süresi 2 dakikaLondra bu ağustos ayında hemen hemen İstanbul kadar güneşli ve sıcak. Büyük meydanlarda turistlerin kenarlarına oturdukları dinlendikleri fıskiyeler, geçen sefer olduğu gibi beni üşütmediler. Yollar, kırlar, kır evleri, kıyafetler rengârenkti.
Hülâsa, lüks baskılı bir çocuk kitabını, yalnız İngilizlerin basmasını bildiği o kitaplardan birini karıştırır gibiydim. Behice Hanımın o kadar sevdiği Hyde Park’ta, öbür parklarda bütün on sekizinci asır resmi, oradan atlayarak bütün empressionizmi bulmak mümkündü.
Bununla beraber bizden, cenup milletlerinden çok başka türlü yetişmiş bir millete misafir olduğumuz ne kadar belliydi. Yukarıda bir mağara imajı kullandım, emin ol ki beyhude değil. İstediğim zaman kahve, çay, hattâ saatine rastlarsam içki bulduğum, kapısından başka yerden ışık almayan elli, altmış metre derinlikte otel hollerinin bu benzetmeyi aşıladığına eminim. İngilizler, o kadar kalabalık misafirleriyle beraber, bu hollerde yüzlerce elektrik ışığının altında ılık biraz ve viski içiyorlar, daha altında hakikaten çok iyi döşenmiş barları var. Kışın derenin buzunu kırıp yıkanan insanlar için garip değil mi?
Denilebilir ki bu sevimli millet başkalarına benzememeyi, hattâ onları yok bilmeği, kendilerine bir çeşit hayat düsturu ve etik yapmışlar. Ayrıca da örf ve âdet namına bir yığın işkence icat etmişler, memnun ve mesut tahammül ediyorlar. Biz böyleyiz! Biz kendimize benzeriz! Londra’nın benim üzerimdeki tesiri başka bir yıldızda olmak gibi bir şey oldu.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Tanpınar’ın Mektupları”, Mehmet Kaplan’a 2 Eylül 1959 tarihli mektup