Bahçe izlenimleri – II
okuma süresi 3 dakikaBalkondan talebeleri izlerken bir daha anladım ki, “lise zamanları” denen zamanlar aslında hayat denen şeyin provası da. Hem prova, hem de bütün “medium”lar gibi, aslında konsantre de bir şey. Nerede ne yaşanıyorsa ve gelecekte az çok neler yaşanacaksa, lise bahçesinde de onlar yaşanıyor. Bir fazlası var sanırım; bol vakit var, bahçede spor yapmak var ve daha az dert var. Hoş, hepsi -geçmişte aynen bizim düşündüğümüz gibi- dünyanın en dertli insanının kendisi olduğunu düşünüyordur muhtemelen.
Geçen beton sahada futbol maçı yaptılar 4’e 4. Saha küçük olduğundan, küçük kalelerle maç yapıyorlar; o da anca voleybol filesini kaldırarak mümkün oluyor. Benim karşıma, onların soluna düşen küçük duvarın üzerinde de birkaç kız çocuğu top tepen oğlan çocukları izliyordu. Aralarından biri, nispeten iyi oynayan çocuklardan biriydi, gol falan attığında tanıdık bir jestle kızlara doğru dönüyordu. Kızlardan bilhassa bir tanesi de, bu jeste elini heyecanla çırparak karşılık veriyordu. Onlarca defa şahit olduğumu çok iyi anımsadığım bu sahnenin sonu, her daim mutlulukla bitmez. Ama o iki gencinki mutlulukla nihayetlendi gibi göründü gözüme; çünkü kısa bir süre sonra maçı bitirdiler. Ben ikinci sigarayı içmeye balkona çıktığımda, bahçede pek kimse yoktu ve ikisi o duvarın üzerinde yan yana oturuyordu. Kim bilir fısır fısır neler konuştular. Tebessümle içeri girdim, sigarayı da erken söndürdüm. Sanki daha çok durursam mahremiyetlerine zarar gelecekti. Ama ne oldu sonra, tuttum işte buraya yazdım. Allah müstehakımı versin.
Balkonun hemen çaprazından, sınıfların da küçük bir bölümü görünüyor. En üst katta, en köşede ve muhtemel en atıl sınıfta istif edilmiş kitaplar duruyor. Umarım kütüphane değildir temennisiyle gördüğüm o sınıfa da henüz kimsenin girdiğini görmedim. Müdür, Cuma günleri İstiklal Marşı’ndan önce mikrofona garip şeyler söylemeyi maharet sanıyor belli ki. Ama bahçeye iki satır ağaç dikmeye eriniyor ve belli ki pek parlak bir kütüphane de sunamıyor talebelere. Mikrofon bulunca susmayan yurdum insanının en belirgin örneklerinden biri zaten müdür bey.
Bizim lisede “nikotinus” ismi takılmış arkadaşlar vardı. Okul numaramı bile bilen ve akşamları öğretmenevinde hocalarımın tamamıyla görüşen bir babam olduğundan, benim için çok fantastik şeylerdi okulun civarında sigara içmek falan. Ama çok sonra sigaraya başlayınca ve arkadaşlardan “hocaya yakalanma korkusuyla içilen sigara” hikâyeleri duydukça, hayıflanmadım değil. Geçen “yahu bunların hiçbiri sigara içmiyor, aferin” diyordum ki içimden; çıkış saatine hiç tesadüf etmediğimi anladım. Çocuklar dağılırken, paketi çıkarmadan ceplerine davrandılar ve ekseriyeti kibritle yaktı. Tek dal alınmış ve çakmak taşınmayan zamanlar onlar için. Üzülmedim değil ama “gelenek” devam ediyormuş, onu da izlemiş oldum.
Bugün ilk defa tamamı eşofman giymiş bir sınıf var bahçede. Çok iyi voleybol oynayan bir grup izledim, geçen izlediğim basketçi çocuklar da üstüne eklenince, şölen oluverdi bana balkon mesaisi. Guard oynayanlardan birinin şutlarının istatistiğini tuttum hatta ayaküstü; 8 şutun 7’sini soktu sıpa.
Velhasıl, insan özlüyor be hafız!