Yavaş ve sakin yaşayan “Uyuyan Adam”
okuma süresi 3 dakikaTürkçeye Uyuyan Adam ismiyle Sosi Dolanoğlu tarafından tercüme edilen, George Perec’in Un Homme Qui Dort adlı romanı, Kafka alıntısıyla açılır: “Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz. Kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.”
Bu romandan söz eden neredeyse herkes, Oblomov‘dan da söz eder. Camus’nün Yabancı‘sından, Hesse’nin Bozkırkurdu‘ndan ve elbette Kafka’dan da bahis açılır. Aslında Perec’in burada sözünü ettiği “Uyuyan Adam”, Oblomov gibi bir atalet ve sakinlik halinde değildir. Oblomov, “doğası gereği” sakin ve hatta biraz tembeldir. Oysa Uyuyan Adam (adını asla öğrenmeyiz), “tercihan” yavaş ve sakindir. Gündeliğe ayak uydurmaktan kesinkes vazgeçmiş, kayıtsız ve çabasız biridir “Uyuyan Adam”. Ama bunu sakin sakin bize de anlatır romanın anlatıcısı olarak. Onun için çok mühim gündem maddelerinden biri, tavandaki çatlaklar ve yıllar içinde oluşmuş bazı izlerdir sözgelimi. Ve roman burada “başarı”sını kanıtlar: Okuyucu hem bu gündemin hakiki bir gündem olduğuna ikna olur, hem de kafasını tavana çeviriverir.
1974’te Bernard Queysanne tarafından filme alınan roman, 100 sayfalık bir “yavaş yaşama kılavuzu” olmaya aday metinlerden biridir.
“En yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra; inince de, yaşamını oraya nasıl çıktığını anlatarak geçirmemen mümkün mü? Ne diye yaşar gibi görünesin ki? Neden sürdüresin? Başına gelecekleri şimdiden bilmiyor musun sanki? Olman gereken her şeyi daha önce olmadın mı: anasına babasına layık bir oğul, küçük cesur izci, daha iyisini yapabilecek iyi bir öğrenci, çocukluk arkadaşı, uzak kuzen, yakışıklı asker, yoksul genç adam? Biraz daha gayret etsen, hatta buna bile gerek yok, birkaç yıl daha geçse, orta sınıftan, değerli bir meslektaş olacaksın. İyi koca, iyi baba, iyi yurttaş. Eski tüfek. Tıpkı kurbağalar gibi toplumsal başarının küçük basamaklarını bir bir tırmanacaksın. Geniş ve çeşitlilik gösteren bir yelpaze içinden, arzularına en uygun düşen kişiliği seçebileceksin, tam senin ölçülerine göre titizlikle seçilmiş olacak. Nişan verilecek mi sana? Kültürlü mü olacaksın? Ağzının tadını iyi bilen biri mi? Böbrek ve kalp uzmanı mı? Hayvan dostu mu? Boş saatlerini akortsuz piyanonda, sana hiç zarar vermemiş sonatları katletmekle mi geçireceksin? Yoksa, sallanan bir koltukta, kendi kendine yaşamın iyi yanları da olduğunu tekrar ederek pipo mu içeceksin?
Hayır. sen yap-boz oyununun eksik parçası olmayı yeğliyorsun. Tasını tarağını topluyorsun. Şansını hiç denemiyor, hiçbir işe hiçbir umut bağlamıyorsun. Sabanı öküzün önüne koşuyorsun, her şeyden sıtkın sıyrılıyor, dereyi görmeden paçayı sıvıyorsun, elindekini avucundakini yiyip bitiriyorsun, sermayeyi kediye yüklüyor, palamarı koparıyor, ardına bakmadan çekip gidiyorsun.
Yararlı öğütleri dinlemeyeceksin artık. Çare nedir diye sormayacaksın. Kendi yolunda yürüyüp gidecek, ağaçlara, taşlara, suya, göğe, çehrene, bulutlara, tavanlara, boşluğa bakacaksın.
Ağacın yanında öylece kalıyorsun. Yapraklardaki rüzgâr sesinin kehanete dönüşmesini bile istemiyorsun.”