Haydar Ergülen: “Bak, rakının yanında en çok kederi severmişim meğer!”

okuma süresi 4 dakika
Şair Haydar Ergülen'le "Trenler Kalkar Haydarpaşa'dan" kitabını bahane ederek sohbet ettik. Sadece onu konuşmakla kalmadık, ki zaten "bahane" de böyle bir şeydir muhtemelen.

Trenlerle eski bir hesabınız var. Sizi okuyan herkesin iyi bildiği. Konuşulmadık bir şey kaldı mı dersiniz? Eskişehir’i halen özlüyor musunuz aynı şiddetle?

Bizim okulda, ODTÜ’de bir stadyum var, devrim stadyumu. Devrim sürekli olduğu için stadyum da hep açık, her gelene, yeni gelene de açık. Orada sloganlar değişir, yenileri eklenir ama o ruh hiç değişmez. Farklı sözcüklerle aynı şey tekrarlanır sürer. Bağlantı uzak mı oldu dersin, dolaylı oldu, biraz dolaştırmak istedim çünkü. Eskişehir’i de şimdilik bir özgürlük alanı olarak özlüyorum, her defasında farklı gerekçelerle özledim, özlerim. Aşk da öyledir bir bakıma, hep yeni sebepler bulursunuz, yoksa da uydurursunuz! Tren Eskişehir’den vazgeçemez, ben de Eskişehir’den geçse de ondan vazgeçmeyen her şeyi seviyorum. Hem tren Eskişehir’den hiç geçmemiş olsaydı da, ben yine de çoook eskilerden bir akrabalık bulurdum aralarında.

trenlerkalkarhaydarpasadanbuyukkeyif

Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan isimli kitabı derlediniz ve yakınlarda yayımlandı. Birçok isim var yazarların arasında. İstanbul’dan “taşra”ya giden trenler en çok ne götürür?

Acı götürürler en çok, tuz götürür gibi. Benim gibi Eskişehir’i ve Ankara’yı erken terk etmiş birine sorarsan da en çok çocukluğa ve gençliğe özlem götürürler. Kuşkusuz yalnız olduğum maceralar değildi bunlar, o trenler arkadaşlık, yoldaşlık ve aşk zamanlarına da mektup götürürler ki, artık yollayanı da benim alanı da, açanı da benim okuyanı da. Demek ki sonunda hepsinden yalnız kalmak varmış. O yüzden Eskişehir’e ve bilhassa Ankara’ya yaptığım her tren yolculuğunda sanki “sevda yüklü kervanlar” bana eşlik eder, o zaman da tren ‘garip yatağı’ olur. Feryat!

Trenle en uzun seyahatinizi nereye yaptınız? Mesela Ergani’ye trenle gitmek ister misiniz önümüzdeki günlerde? Gitseniz eğer, sizin yükünüz denginiz ne olur?

En uzun tren yolculuğumu Ankara-İstanbul arasında, bir de yurtdışında Fransa, Almanya, İspanya’da yaptım, Nürnberg’ten Paris’e. İlk ve en uzun tren yolculuğumsa Sirkeci’den eski Yugoslavya üzerinden Viyana’ya olmuştu. Trenler de Ahşaptır kitabımın “Bir Zamanlar Avrupa’da” kısmında bu bahsi uzun uzun yazmıştım. Mayıs ortasında Diyarbakır’a oradan da Ergani’ye gideceğim ama, trenle gitmek isterim doğrusu, orada Sezai Karakoç Sempozyumu’nda konuşacağım başka konuklarla birlikte. Elbette Sezai Bey’in itirazlarını götürmek isterim oraya, özellikle de Suriye meselesi başta olmak üzere söylediklerini.

Şiir bahsi uzun, biliyorum ama sizi ne heyecanlandırdı son günlerde şiir dünyasında?

Şiir beni hep heyecanlandırır. Ama 160. Kilometre’den içinde seninki de olan şiir kitapları, Cenk Gündoğdu’nun Issız’ı, şimdi de İkaros’tan Betül Dünder’in, Emel İrtem’in, Şeref Bilsel’in, Mustafa Atabay’ın, Sezai Sarıoğlu’nun Fırat Demir’in kitapları, Şükrü Erbaş’ın Bağbozumu Şarkıları, Mustafa Fırat’ın Karanlık Şiirler’i, Nurduran Duman ve Harun Atak’ın kitapları. Çok seven mi unuturmuş çok okuyan mı, bilmiyorum ama, tıpkı şiirde asıl boşlukların şiire sayıldığı gibi, bu bahiste unutulanlar da iyi şiire sayılsın!

Rakının yanına en çok neyi seversiniz? Sevdiklerinizin içinde bir “en çok” listesi yapsanız desem, neler asla dışarıda kalmaz?

Türkü elbette. Bir de ‘gidenler…dönmeyenler’in yarım mı dağınık mı yoksul mu artık neyse bıraktıkları o sofradaki yoklukları var artık, ömrümden götüren. Mehmet H. Doğan, Hulki Aktunç, Süha Tuğtepe, Didem Madak, Mevlüt Gülveren, Salih Ecer ve Seyhan Erözçelik gibi hep ve en yakınlarımı ardı ardına yitirdim. Bir de hayatta hiç görüşemeden çok yakın arkadaş olduğumuz Reha Mağden’i ve rakının belki de damlasını ağzına değdirmemiş, 15 yıldır da hiç görmediğim çok sevdiğim arkadaşım Sami Baydar’ı yitirdim. Sonrası bir Ahmet Kaya şarkısı gibidir, bilirsin Ahmet’in her şeyi nevi şahsına münhasır kılmakta üstüne yoktu, o yüzden Ahmet Kaya çok sevdiğimiz bir şiiri, sözgelimi Attilâ İlhan’ın “Mahur Beste”sini de plağa okusa, o artık bizim gibi şiirle nisbeten biraz daha ‘hemhal’ olmuşların nazarında bile Kaptan’ın şiiri değil, Ahmet’in şarkısı olurdu. Şimdi tamamen öyle. Şimdi iyice ‘mahur’ bir ‘beste’: “Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız/ O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız/ Gitti dostlar şölen bitti ne heyecan ne hız/ Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız/ O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız”. Şairin dediği gibi, Ahmet’in söylediği gibi, benim yandığım gibi “gittiler akşam olmadan ortalık karardı”. ‘Simsiyah bir teselli’ kaldı kalanlara…Bak, rakının yanında en çok kederi severmişim meğer!

About The Author

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.