Ali Kemal Kayalar: “Yüz plak okumuş üstadın soyadı ‘Kulaksız’ olacak değil ya”
okuma süresi 8 dakikaGazel/gazelhan tabiri hakkında ne düşünüyorsun? Tabirin dönüşüme uğradığını seziyordum ben bir zamanlar, sence öyle mi? Hâfız Burhan’ın gazelhanlığıyla, Kazancı Bedih’inki bir mi mesela?
Aslına bakarsan, özünde evet, bir, de diyebiliriz. Biraz açayım, meselenin esası şu: Bir musiki formu olarak gazel, dindışı sözlü musikide, saz musikisinde aletle icra edilen “taksim”in söz ile yapılanı desek yeridir. Yani, makamı belli, ama serbest okunan, belli bir ritme, usule bağlı olmayan bir form. Bir nev’i, sesle yapılan doğaçlama. İcracı o anki ilhamına, halet-i ruhiyesine bağlı olarak irticalen söylüyor, cümle aralarında herhangi bir saz aynı makamdan yine doğaçlamayla sese cevap veriyor. Türün adının gazel olmasının sebebi, geleneksel olarak güftelerin klasik şairlerin aşk acısı temalı gazel formundaki eserlerinden seçilmesi, ama bu da şart değil elbette, güfteler de tamamen doğaçlama olabileceği gibi, kimi zaman başka tarz şiirlerden güfteleştirildikleri de oluyor. Bambaşka şarkıların güftelerinin gazel formunda okunmasına rast gelinir: Kazancı Bedih’in bir şen şakrak rast şarkı olan Kara Gözlüm Efkârlanma Gül Gayrı’yı, damardan bir gazele dönüştürmesi meşhurdur, mesela.
Belli bir makam üzerine yapılan doğaçlama vokal geleneği, Hindistan’dan Arnavutluk’a, Rebetiko’nun “amane”lerinden, Acem “avaz”larına, birbiriyle akraba. Kazancı’nın da dahil olduğu Urfa geleneği, Klasik Osmanlı musikisi ile Arap makam musikisi arasındaki kendine has geçiş noktalarından biri olduğu için, Kazancı’nın gazelleri haliyle Hafız Burhan’ınkilerden tavır olarak farklı, ama esasen aynı nüveden. Yine serbest formlu Orta Anadolu bozlaklarını, her dilden Güneydoğu uzun havalarını, serhawalarını da aynı geleneğe dahil edebiliriz. Mevlâna’nın Farsça gazellerini doğaçlama söyleyen İran avazıyla, aşk acısından kavrulmuş Yunan amaneleri arasından, Muharrem Ertaş ve huma kuşları selam ediyorlar.
E, iyi, doğaçlama, irticalen, vesaire, dedin de, peki neden Kalamış’ın ara gazeli, Makber, Tükendi Nakt-i Ömrüm, Aheste Çek Kürekleri hep aynı şekilde okunuyor, diye kaşları kaldırıp soranlar oluyor. İşte o kimselere cevaplar hazırladım. Tıpkı aslında doğaçlama bazı taksimlerin klasikleşmesi gibi, bazı gazeller de klasikleşiyor, kimi zaman bestekârlar zaten ara taksimini, seyirini düşünüp taşınıp kayda alıyor, kimi zaman aslında irticalen kaydedilmiş gazel, o haliyle popülerleşiyor. Gramofon icad olunmuş, mertlik bozulmuş. Bu mevzuda, ama, Kazancı Bedih’in hakkını yememek lazım. Zira kendisini kaçak çekim kasetlerden dinleyip gazellerini yıllarca öyle hafızama kazımış bir insan olarak, vefatından önce nihayet dinleme şansına eriştiğimde gördüm ki, her seferinde süslemesini, “aman”ını değiştiriyor, üstüne üstlük çoğu zaman makamı da bambaşka. İnceden eşe dosta poz yapmak için eşlik ediyormuş gibi görünmeye çalışıp büyük kepaze olduğumdan biliyorum. Muhtemel ki, Hafız Burhan da, canlı dinleseydik, her seferinde gazellerini farklı söyleyecekti.
Dün Hâfız Burhan’ın ölüm yıldönümüydü. Biz de bunu bahane edip konuşuyoruz, malum. En çok “Makber”le anımsıyoruz üstadı. Sen başka hangi eserleriyle anımsıyorsun? Küçük bir liste vermen mümkün mü?
İlk dinlediğim Hafız Burhan gazeli, doksan yaş altındaki herkes için de geçerli olduğu üzere Makber’di elbette. İlk dinlediğimde, ki henüz Kalan Müzik’siz yıllarımız, kaydını bulmak da çok zor, insan Makber’in yarattığı kara bulutlu, enseye karabasan gibi çöken halet-i ruhiyeyi Hafız Burhan’ın kişiliğine atfediyor, ister istemez. Bir de duyuyoruz tabii, oradan buradan, hafızlığının yanısıra mevlithan da olan Burhan, mevlit okurken vefat etmiş, tam da Makber gazelhanına yakışan ölüm… Vay arkadaş, deyip, kadehleri Hafız’a kaldırıyoruz.
Biraz kayıt karıştırınca halbuki, anlıyoruz ki durum biraz farklı, Hafız Burhan’ın 100 küsur plağında yok yok. “Hayatın berbat olduğu kuşku götürmez, içiyoruz” rakı sofrasından, “altılı ganyan tutturdum, neşelenelim, oynayalım” rakı sofrasına kadar her türlü sofraya gidecek bir repertuara sahip. Bir sevdiceğin kaybı üzerine elbette ki Makber. Aşk acısı mevz-u bahis ise, Hafız’ın en ağır gazellerinden “Gönlümü Aşka Salan”:
Yahut “Bilmiyordum Sevgiyi”:
“Hayat berbat” diyorsak “Yeşil Kurbağa”:
Türküye teşneysek, “Yüzüm Eyvanlarda”:
Bir aşk üçgeni durumu varsa, “Bir Gönülde İki Sevda Olmaz”:
Neşe peşinde koşuyorsak, (yine de ara gazelli) “Yüzüm Şen Hatıram Şen”:
Velhasıl, Hafız, keder olsun, neşe olsun, her hissiyatın soundtrack’ine hakim bir üstadımız.
Epey plağı olduğundan söz ediliyor. Türk müziğinde kiminle birlikte yan yana anıyorsun Hâfız Burhan’ı?
“Ampul İbo”yla beraber anıyorum.
Hikâye uzun, ama yerimiz müsaitse, anlatayım. Yaş henüz on beş iken Nevizade’ye gitmeye başladım, (kolpa alkışlarla salon inliyordu…) O zaman tabii şimdiki gibi değil, üniversiteli gençler “bu akşam bi’ rakı yapalım Nevizade’de” demiyorlar. Beyoğlu emniyet müdürü Hortum Süleyman’ın zamanları, akşam 11’den sonra Yapı Kredi’yi Tünel’e doğru geçtiğin zaman, ya zaten bizzat pezevenkten, yahut sopalı polisten dayak yediğin zamanlar. Henüz Ankara, yahut Şikago’dan gelen tanışımıza “İstanbul çokzel, harika bir gece hayatı var, alemler, udlar, klarnetler” pozu yapılamıyor.
Nevizade’de, ee, ne var? Öğleden sonra kaçıp şapşallık muskası gibi içen dangalak okul kırmış yeniyetmeler ve mekân erbabı orta yaşlı ağır amcalar var. Tüm sokakta üç-beş meyhane açık zaten; biri, şimdi çoktan tarih olmuş, vaktinde 15-16 yaş cücüklere burun büküp kovmayan tek meyhane olan “Bahçe”. Maalesef şapşal dangalak yeniyetme grubunun bir üyesi olarak şöyle düşünüyorum vaktinde: “Abi, içmeye başlamadan bir bardak zeytinyağı içilirse uzun dayanılıyormuş; ya, bi de şey, abi, bi küçüklük daha para çıkıştırıyoz mu?”. Gün içerisinde ne kadar kusarsak, o kadar şahane insanlar olacağımızı düşündüğümüz zamanlar. Utanç içerisinde köşemize çekilelim.
Şansımız şu idi, bizim Hüdai, aile terbiyesi gereği Münir Nurettin dinleyerek büyümüştü ve mükemmel bir sesi vardı. Hafız Burhan nasıl “Boğaz’ın öbür yakasına” söylüyorsa, Hüdai de Nevizade’nin aşağı yakasına söylerdi. E, biz de teşvik ederdik, zira “öğlen Nevizade’si” mütehassısı yaşlı abilerden gelen beleş meyve tabağının, küçük rakının hesabı olmuyordu. Günün biri, Nevizade’nin “Taze Badeeeem”cisi, bademci Ampul İbo cidarımıza yanaştı, “delikanlı gençlere benziyorsunuz, böyle sırf şarkıyla olmaz, arada bir gazel de okuyun” deyip, bir Makber patlattı, sayesinde ilk Makber’imizi dinledik. Dazlak bademci İbrahim Abi’ye arkasından “Ampul İbo” derdik, ama meğerse kasetli kusutlu gazelhan imiş, iyi mi! Gel zaman git zaman, belli oldu ki, İbrahim Abi, hele ki bir tabak badem aldığınız zaman, her türlü Hafız Burhan’a hakim, şaka değil, Burhan gazellerinden mürekkep kaseti var. Ciddiyetsiz bir cevap gibi görünecek, ama değil; Hafız Burhan’la yan yana andığım gazelhan Ampul İbo’dur. Duyuyoruz ki, bademi bırakmışsın İbrahim Abi, ama hâlâ eş dost ısrar edince gazel okuyormuşsun, gençliğimizden selam olsun, var ol.
Rakı sofrasında anar mısın “Makber”i? Sadece Hâfız Burhan değil, başka neleri dinlemek istersin? Müziği üreten yerde durduğun için ayrıca sormak istiyorum bunu.
Makber ve yukarıda andığımız her çeşit Hafız Burhan rakı sofrasının olmazsa olmazı elbette. “Başka neler dinleyelim” meselesine gelince, biraz ikircikliyim. Tarlabaşı’nın mutenalaştırılmasının bir benzeri de musikide vuku buluyor gibi geliyor bana. “Kolay tüketilecek örnekleri alalım, iki ayda bir ‘fasıl’a gittiğimizde dinleyelim, ‘bir hoşluk’ olarak kültürel repertuvarımıza katalım bunları”. Klab’da en “niş”, kimsenin bilmediği alengirli “elektronika”larımızı dinleyelim, çıkışta bir “Dönülmez Akşam” patlatalım tamam! Günümüz rakı sofrasındaki esas sorun bence bu: Herkesin bildiği, bilemedin en fazla on-on beş şarkı çalınsın, kulağa doğru bir de klarnet solo, tamam! 25-45 arası metropolis “profesyonel”i, müziksel tarihiyle; onun üzerinden anneannesiyle ve ananesiyle barışmış olsun! Üzgünüm Selami, olmadı. Samanyolu, Kalamış, Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar, Enginde Yavaş Yavaş, haydi bilemedin, belki, “bir de Hacı Arif Bey çalın lütfen, pliz” diyerek ne kadar sofistike olduğumuzu gösterelim. Makber’le de ölüm meselesi hakkında deruni düşüncelere daldık mı, bir de gelecek hafta türkü bara gidip iki semah, üç uzun hava dinledik mi iyice kaymaklı kadayıf olacak… Adını zikrettiğim eserler burun bükülecek eserler değil elbette, her biri birbirinden şahane, dediğim şu: “fasıla gidelim içelim abi ya” repertuvarı değil, o yaklaşımın bizzat kendisi kolpa.
Yani, diyeceğim, 10-15 şarkıyı her rakı sofrasında tekrar tekrar dinleyeceğimize, şöyle yapalım:
Münir Nurettin dinleyeceksek, bir kerelik olsun Kalamış değil, Hatırla Mazii Mes’udu isteyelim müzisyen arkadaşlardan.
İkinci büyüğe geçerken egzistansiyalist buhranlara kaçınılmaz olarak gark olacaksak, bir kerelik olsun (elbette çok şahane) Dönülmez Akşam’la değil, Hafız Burhan’ın Yeşil Kurbağa’sıyla; yahut Kazancı Bedih’in Fuzûlî gazeline yaktığı en şahane eseri “Öyle Sermestem ki İdrak Etmezem Dünya Nedir” ile gark olalım.
Saz taksimi ile kendimizden geçeceksek, kulakta patlayan klarnetle değil, ağır sakin klarnet taksimiyle kendimizden geçelim. Velhasıl, rakı merediyle içlenmeye niyetimiz varsa, kapı gıcırtısına da içleneceğiz, o ayrı; ama rakıya musiki istiyorsak, bildik 15 şarkılık havuzun çok ötesinde şeyler vaadediyor bize bu toprakların müziği.
En nihayetinde dedem gibi şikayet etmeyi bırakıp soruya yanıt vermem gerekirse, şişenin kapağı çıtırdayıp açılırken Tanburi Cemil’in Nikriz Longa’sıyla neşelenip; kapanışı Hafız Saadettin Kaynak’ın çapkın Nedim gazeli üzerine okuduğu Aşka Düştüm’le yapalım derim. Aralarda duruma göre bolca Tatyos Efendi, genç Müzeyyen Senar… Ya bir de kendimizi evimizde hissetmek için, kimse bakmazken eser miktarda Kalamış, Samanyolu, Enginde Yavaş Yavaş olsa tadından yenmez! Elbette o on beşi de dinleyeceğiz! Herkes bilip söylüyor, diye çok şahane şarkılardan vazgeçecek kadar da hipstır olmamak lazım.
Soyadının “Sesyılmaz” olması konusunda ne düşünüyorsun sahi?
Herkes kendine yakışanı giymiş, diyorum Said, ne diyeyim. Yüz plak şarkı okumuş üstadın soyadı “Kulaksız” olacak değil ya.