Can gülerse canan güler…
okuma süresi 4 dakika“Âdâbıyla Rakı ve Çilingir Sofrası” adlı kitabımın girizgâhında “Alkol balığa benzer, onunla flört etmek istiyorsak eğer, önce yüzmeyi öğrenmemiz gerekir” diyerek söze başlamıştım. Aslında rakı âdâbının tüm inceliklerini bu söze yüklemeye çalışmıştım. Başarılı da olmuştum sanırım. Rakı kültürümüzün incelikleri ayrıntılarda gizliydi çünkü. Bugün ise farklı bir ayrıntıya girip çokça rakı içtiğim bir gece kaleme aldığım bir şiirimle başlayacağım söze. Bakın rakı denen o güzel teselli aracı neler söyletmiş bana:
Göz gözü gözler, göz özü söyler, dil ahu dilber
Söylemek değildir, çileyi çekip susmaktır hüner
Şu evrene bir bak dostum! Her iki birdir, birdir
Can gülerse canın güler, evrende döner de döner
Döner de döner…
Döner de döner…
Bu şiiri yazarken Fransız edebiyatının en ünlülerinden biri olan Alphonse de Lamartine’nin ünlü “Göl” şiirinin mısraları arasında uçuyordum âdeta. Hem de ne uçma… Fırtınalar, kasırgalar bile ulaşamıyordu bana. Beni uçuran Lamartine Fransız edebiyatında sözcük dağarcığı bakımından bir önceki yüzyılın dil ve üslubuna bağlı kaldıysa da cümlelerinin yankılanması, yarattığı güçlü ritim ve yansıttığı yaşam tutkusuyla 18. yüzyılın kuru şiirinden çok farklı bir şiir tarzı yaratmıştı.
Bakın dizelerinin bir bölümünde yaşamı, gerçeği nasıl dile getiriyor Lamartine:
Ebedi gecesinde bu dönüşsüz seferin
Hep başka sahillere giden biz
Zaman adlı denizde, bir gün bir lahza için
Demirleyemez miyiz?
Aslında yaşamın tüm renkleri, tüm gerçekleri zamanın o atom çekirdeğinde gizli değil midir?
O an dediğimiz şey de sonun sonsuzluğundan başka nedir ki? Ve bizler şu anda “Zaman adlı denizin” “Büyükkeyif” adlı köşesinde demirlemiyor muyuz? Evet demirliyoruz. Bir elimizde rakı kadehi, gözlerimiz ekranın sonsuzluğunda ve hayallerimiz ufkun uçsuz bucaksız hudutsuzluğunda.
Dilerseniz bir de Ömer Hayyam’a kulak verelim, ulaşmaya çalışalım o güzel insanın ufuklarına:
Kalpten süpürür maddeyi, reddeyleme, iç!
Kimyadır o, perhiz deme, olmaz deme, iç!
Yetmiş iki millet sana hep bir görünür,
Her derde deva damlası, her illete iç!
O Hayyam ki insanın yaşadıkça gerçek olduğunu düşünür, gerçek ise yaşanandır onun için. İnsan bir akıl varlığı, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyudur. Yine Hayyam’a göre en iyi yol gösterici akıldır ve gerçeğe ancak akıl yoluyla ulaşılabilir.
Hayyam’ı anlamak kolay oluyor ama “Her derde deva, her illete iç”i anlamak pek zor.
Bana göre içkiye kimileri dost gibi yaklaşır, kimi sevdalı gibi. Kimine “Kerem” olur kadehler, kiminin “Aslı”sıdır taparcasına. Kimine ışıl ışıl bir dünya sunar, matı parlak gösterir, ölüyü diri, alı mor. “Amacım bir iki kadeh içerek neşelenmek, kurtulmak üzüntüden” dedirtir kimine. Kimi, “Etrafımdakilere tahammül edebilmek için içiyorum” der. Marifetleriyle destanlar yazılır bu yaşam avuntusunun. Ah Hayyam, vah bu satırların yazarı.
Bizler alkolün dozunu araştırıp kararını bulabilmek için alkolün kosinüs’üyle, tanjant’ıyla, logaritma’sıyla uğraşırken, bakın nasıl bomba gibi patlamış Orhan Veli veya da bombayı patlatmış:
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam…
Rakı şişesinde balık olmak! Rakı şişesinde balık olmak “Her derde deva damlası, her illete iç” diyen Hayyam’ı iyice solluyor. Hem de ne sollama…
Sohbetimize benim bir şiirimle başladığım için yine bir şiirimle, “Palyaço” adlı şiirimin o esrik ve anason kokan mısraları ile noktalamak istiyorum:
Zaman geçtikçe
Mazi oluyor
Üzerimi örtenler ağladıkça
Yok oluyorum
“Hıçkırıklar kederli
Bense
Neş’eliyim”
Hüngür müngür ıh ıh ıh
Gümbür gümbür hoh hoh hoh
Sevgili arkadaşlarım rakı bu işte. Kimi zaman insanı bülbül gibi şakıtıyor, kimi zaman da şair ediyor adamı. Marifetlerine akıl sır ermiyor pek.
Gününüz berrak, rakınız kaymak olsun.
Hoşça kalın…