Sel Kolektifi: “Kafka’nın Türkiye’deki okuyucuları için sağaltıcı bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.”
okuma süresi 4 dakikaKafka üzerine yazılmış ciddi metinleri yayımladınız. Sizin metinlerinizi ötekilerden ayıran şey ne?
Ünlü bir Kafka uzmanı olan Reiner Stach’ın yıllarca üzerine çalıştığı ve Kafka: Karar Yılları ve Kavrama Yılları ismiyle yayınlanan bu iki ciltlik incelemesine kadar Kafka üzerine kapsamlı bir biyografi yazılmamıştı; elimizde yalnızca Kafka’nın arkadaşları tarafından yazılmış anılar, yapıtları üzerine tezler vb. bulunuyordu. Stach’ın kaleminden çıkan biyografi, Kafka’nın hayatının belli bir noktasına kadar olan yılları inceleyen bazı kitaplar bulunsa da, yazarın insani ve gündelik yaşamıyla birlikte dönemin dinamiklerini ve politik olaylarını da ele alan bir çalışma olması itibariyle mevcut eserlerden ayrılıyor.
Kafka üzerine diğer bir yayınımız ise James Hawes’a ait Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden Kafka Okumalısınız. Bu kitap da Kafka’nın mutsuz, yalnız ve küskün bir birey olduğu gibi hurafeler yüzünden edebiyatının etrafınısarmış olan sis bulutunu dağıtıyor; Kafka’yı şehir efsaneleriyle değil yapıtları ve edebiyatçı kimliği üzerinden değerlendirerek, tarihsel yerine oturtuyor. Yani kitabın yazılış amacı tam olarak da kendini “ötekilerden” ayırmak; Kafka edebiyatına hakettiği yeri teslim etmek.
Kafka’nın Türkiye dahil, bütün bu coğrafyada bunca sevilmesinin nedeni ne sizce?
Bu bir açıdan Kafka’nın romanlarındaki çaba ve ardından –belki de çabaladıkça– gelen başarısızlığın; iyice kaybolma ve dibe batma durumunun bu coğrafyanın gerçeği olmasıyla ilişkilendirilebilir. Hem Dava’da hem Şato’da durum aşağı yukarı budur. İşler mantık çerçevesinde gelişmez ve olması gerektiği gibi yürümez. Tam o noktada kafkaesk absürt başlar. Bizim coğrafyamızın varoluşsal problemlerinin de kafkaesk absürtlüklerle yoğrulmuş olduğunu söylesek yanlış olmaz herhalde. Bir diğer deyişle, bizim bu coğrafyanın insanı olarak özellikle otoriteyle ilişkilerimizde yaşadıklarımız Kafka’nın karakterleriyle kolaylıkla özdeşleşebilmemizi sağlıyor.
Her ne kadar Kafka gerçeküstü bir kurguyla yazsa da, özellikle otoriteyle olan ilişkilerimizde yaşadıklarımızın Kafka’nın eserlerinde karşılaştığımız absürtlüklerle paralellik göstermesi, bu coğrafya insanının kendilerini kolaylıkla özdeşleştirebilmesi için uygun ortamı yaratıyor.
Babaya Mektup’taki Kafka ile, Milena’ya Mektuplar’daki Kafka aynı iki insan mı?
Bu soruya cevap vermek zor, “aynı kişi” ya da “ayrı kişiler” demek mümkün ve her ikisine de kanıtlar sunabilirsiniz. Kafka’nın çocukluğunun yazarlığı üzerindeki etkileri biliniyor, Kafka Babaya Mektup’ta yetiştirilişinin kendi üzerindeki etkilerinden, hatta “zararlarından” bahsediyor. Konu bir tek “baba” değil, aileden akrabalara, okul yolunda ona eşlik eden aşçıdan içinde yer aldığı sınıfa kadar, kendi deyimiyle “tüm bir toplumu kateden” etkiler bunlar. (Eserleri kadar hakkında yazılan biyografileri de bu kadar önemli kılan da bu noktadır galiba.) Oradan taşıdığı hesaplaşmalarının hiç bitmediğini biliyoruz, öte taraftan Babaya Mektup’ta kendisini var eden geçmişe ve geçmiş kuşaklara sitemiyle hesaplaştığını da. Bu anlamda aynı kişiyi görmek mümkün Milena’ya Mektuplar’da: Milena’ya aşkı ile kendisini, inandıklarını, varoluşunu ve haliyle içinde bulunduğu dünyayı durmaksızın ve kendinden hoşnut olmadan sorgulayan bir yazarı. Öte yandan Babaya Mektuplar’da kimi iç hesaplaşmalarını yapıp ihtiyacı olanı alarak geride bıraktıklarından devam etmiş olan bir yazarı, kimi coşkularının da su yüzüne vurduğu, kendi deyimiyle “beklenmedik bir yol kavşağında” görmek, hatta yeni bir diriliş yaşayan yeni birinden bahsetmek de mümkün: “Göreceğimi hiç ummadığım, hele böylesine bir karşılamayı aklımdan bile geçirmediğime göre Milena, ne yapabilirim? Bağıramam, coşamam, içimde fırtınalar kopmuyor artık, bir sürü delice söz edemem, duymuyorum ki içimde olanları!” En kestirme cevap şu olsa gerek: Her ikisine de bakmadan Kafka’nın bütününü, kendi kişisel tarihi içinde dönemini de kucaklayarak tamamlanan bir yazarın portresini görmek mümkün değil.
Dava’daki atmosferi yıllardır yaşayan Türkiye’de Kafka’nın okunmasının, anılmasının nasıl bir anlamı var?
Dava’daki gibi bir romanı okumak edebi anlamda “haz verici” olabiliyorsa da, böyle bir atmosferde birebir yaşama deneyimleri açıkça “acı verici”dir. Böyle bir politik atmosferin insanda yarattığı tahribatı da belki ancak onun absürtleştiği noktada gerçeküstü bir kurgu yaratmak düzeltebilir. Durum o kadar “inanılmaz” bir hale bürünmüştür ki, artık yapılabilecek tek şey ona absürt bir bakış açısıyla bakıp yaşamaya devam etmektir. Bu anlamda Kafka’nın Türkiye’deki okuyucuları için sağaltıcı bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.