Ercan Kesal: “Sümer Sokak’taki evin daimi konukları ise Ahmet Erhan, Azer Yaran, Behçet Aysan”…
okuma süresi 4 dakikaAkif Kurtuluş’un Romantik Korno‘sundan biliyorum aslında ben sizin Ahmet Erhan’la (ve Behçet Aysan, Adnan Özer, Akif Kurtuluş… ile) arkadaşlığınızı. Bir yazının içinde “O günleri Ercan Kesal’a da sormalı” gibi bir tabir geçiyordu ve doğrusu şaşırmıştım. Yön Radyo’da program yaptığım günlerde, sizi hekim sıfatınızla tanımıştım çünkü. Sizin Keskin’de hekimlik yaptığınız günler Ankara günleri, değil mi?
Evet… 1984 yılında Ege Tıp Fakültesi’nden mezun olup mecburi hizmet kura’sı için Ankara’ya gittiğimde, hemen tüm arkadaşlarım doğu ve güneydoğudaki sağlık ocaklarına giderken benim şansıma Ankara, Keskin, Cerit Müminli Sağlık Ocağı çıkmıştı. Bunun anlamı da bir ayağımın hep Ankara’da olabileceğiydi. Fırsat buldukça ve bazı hafta sonları Ankara’daki dostum ve hemşehrim Oktay (Tok)’un evinde kalırdım. Benim mecburi hizmet yıllarım, tayin isteğim karşılanmadığı için aynı yörelerde ve uzun yıllar sürdü. (Keskin Merkez Sağlık Ocağı, Keskin Devlet Hastanesi, Bala Sağlık Grup Başkanlığı, Merkez Sağlık Ocağı Tabipliği gibi…) Bu yıllarda ilk evliliğimi de yapmıştım ve artık Bahçelievler’de bir apartmanın çatı katında küçük bir evimiz de olmuştu. Sümer Sokak’taki evin daimi konukları ise Ahmet Erhan, Azer Yaran, Behçet Aysan, Adnan Özer (İstanbul’dan geldiği zaman), Murat Kalaycıoğlu (iyi şairdir, Edip Akbayram şarkılarının çoğu sözleri onundur) Tolga Çandar (ODTÜ’de öğrenciydi ve henüz Çağdaş Türkü yoktu), Erkan Oban (“Dede” diye bilinir. Çağdaş Türkü’nün kurucularındandır, iyi müzisyenlerdendi, erken öldü), Suavi (bildiğim kadarıyla uzunca bir süre Ankara’daki mekânlarda söyledi), Adnan Azar (ailesiyle Anıttepe civarında otururdu. Dünya güzeli bir annesi ve çok nazik bir babası vardı. İkisi de peşpeşe göçtüler), Abdullah Gök (o da iyi müzisyendir, kasetleri vardır, şimdi öğretmen), Zeynel ve rahmetli Adnan Satıcı olurdu. Daha az görsem de Ahmet Telli’yi ve sanki bir kez de Ali Cengizkan’ı hatırlıyorum…Akif’le (Kurtuluş) daha çok Cafe Cappadocia’da ve Ekspres gibi mekânlarda olurduk. Hepimizin de hayatlarının baş köşesinde şiir ve müzik vardı. Bilhassa şiir…
Daha önceki söyleşimizde de “Ankara’yı ne zaman anlatacaktınız?” diye sormuştum, siz de “Ankara deyince burnumun direği sızlar… Ahmet, Behçet, Adnan, Akif, Oktay… Kardeş bildiğim arkadaşlarım… Evet, bunu bir görev telakki etmeli ve yazmalıyım…” demiştiniz. Orada saydığınız ilk isim olan “Ahmet”, Ahmet Erhan’dı değil mi?
Evet… Erhan’ı ben daha önceden de tanırdım. Tıp fakültesinde öğrenciyken şiir yazmaya ve onları dergilerde yayımlatmaya çabalayan birisiydim. Erhan, ilk kitabıyla çok ses getirmiş, camiada herkesin üzerinde tartışmasız mutabık olduğu bir şairdi. Galiba ilk arkadaşlığımız da 1982’de İstanbul’da Yaşar Miraç’ın organize ettiği bir şiir-türkü gecesiyle olmuştu. Asıl adının “Erhan Bozkurt” olduğunu bilir, kendi aramızda “Erhan” diye seslenirdik ama, herkes Ahmet Erhan olarak konuştuğu için ondan söz ettiğim yazılarda böyle hitap ediyorum.
Alacakaranlıktaki Ülke aslında şikâyet edilecek bir kitap. Gencecik birinin “ilk kitabı” ve Necatigil ödülü alıyor, üzerine çok konuşuluyor, “zor zamanlarda” çıkıyor. Sizin için “Ahmet Erhan kitabı” hangisidir? Aklınıza hangi şiirleri daha sık düşer?
Bu sorunun cevabı için biraz durakladım doğrusu. Ama, galiba benim en sevdiğim kitabı Deniz Unutma Adını. Oğlu Deniz’in doğduğu dönem çok iç içeydik ve aramızda Behçet Abi’den sonra ilk baba olan oydu. Erhan’ın yaşadığı coşkuyu ve şaşkınlığı uzun yıllar sonra “geç bir baba” olarak ben de yaşadığım zaman daha iyi anlamıştım onu. Bütün bunların dışında, Erhan, kendi kuşağı da dahil, Türk şiirinde Türkçeyi en iyi bilen ve kullanan şairlerin başında gelir. “İyi Çocuk Ol, Acınla Büyü” mısrası benim Şizofrengi’ye yazdığım bir yazımın da başlığıdır örneğin…
Ankara’yı anlatacaksınız, değil mi?
Şimdi geriye dönüp baktığımda en çok biriktirdiğim dönemin “Ankara Yılları” olduğunu daha iyi anlıyorum. Onları mutlaka yazmalıyım. Üç ayrı düzlemde akıyordu yaşadıklarım ve bu yüzden birbiriyle yan yana yürüyen üç ayrı hayatı yazmalıyım. İlki, 23 yaşında bozkırın ortasında, kasabayla, bürokrasiyle ve hayatla baş etmeye çalışan genç bir taşra hekimi. Bu hikâyelerin çoğunu Peri Gazozu’nda okudunuz ve Bir Zamanlar Anadolu’da filminde izlediniz aslında. İkincisi, Aziz Nesin ve onun çevresinde oluşan Aydınlar Dilekçesi, Ekin Bilar çalışmaları ve İnsan Hakları Derneği, Nükleer Savaşa Karşı Hekimler Derneği gibi hareketlerin içerisinde karşılaştığım, birlikte olduğum, izlediğim hayatlar… Üçüncüsü ise, “Benim Şairlerim ve Benim Müzisyenlerim”. Sümer Sokak’taki çatı katı yani…
Fotoğraf için Ercan Kesal notu: 1985 ya da 86… Erhan, nöbetten gelip uyumaya çalıştığım bir sabah uyandırıp muhabbet etmeye çalışıyor… Yer, Sümer Sokak’taki çatı katı…