Akrostişli

okuma süresi 6 dakika
Evin önünden bir araba geçti usul usul. Orhan Gencebay’ın Çilekeş şarkısı çalıyordu son ses. Bir şey diyemedim babama. Torpido gözünde mektubum kalmıştı. Şiir bile yazmıştım, akrostişli.

Babam bizim 98 model Kartal’ı sattığı zaman iki hafta konuşmadım kendisiyle. Başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Üç aylığını dolmuşta düşüren ihtiyar gibi ne yapacağımı bilememiştim. Karşısına geçip ana avrat küfür etmek, suratına tükürüp hesap sormak istiyordum. Nereye ediyorsun! Gelen yarım paket 216’nın başına geldi o akşam. İzmaritleri de alt katın balkonuna attım inadına. Gelip babama çatsınlar, bana ne.

Annemden boşandıklarında sırf araba var diye babamla kalmayı tercih ettim. Orta ikiye geçtiğim yaz tek celsede bitti her şey. Boşanmanın kaç bucak olduğu daha sonradan dank etti kafama. Sabahları sıcak kahvaltı, pazarları ütülü önlük, maç arası peynir ekmek, terli sırta havlu yok artık! Annem dövündü durdu mahkemenin koridorlarında, ‘’Yavrularım mahkeme kapılarında sürünüyor senin yüzünden!’’ dedi, ‘’Rus karılarına tercih ettin yuvanı!’’ Ablam tıpkı bir pisliğe bakar gibi bakıyordu babama. Yavrularını kedi yemiş bir karga gibi, soğuk ve ifadesiz bir tavırla. Adliyeden çıktığımızda beni yanına çağırıp, ‘’Seni döverse haberim olsun, ezdirme kendini.’’ demişti. Annem de sarılıp uzun uzun ağlamıştı. Mahkemeye aynı arabayla gelmiştik. Ablamla ben arkada, annem önde… Dönüşte ön koltuğa oturacağım diye içten içe heyecanlanmıştım. Oturmuştum da… Sanki bir yerlere büyük bir bomba düşmüş, sağır olmuş gibiydim. Babam kontağı çevirince motorun hırıltısıyla kendime geldim. İşte o zaman anladım annemle babamın ayrıldığını. O boşluk ilk o zaman oturdu içime. Kuyuya atılan taşın zaman sonra suya ulaşması gibi bir şeydi. Beden eğitimi dersinde sınıfta tek başına bırakılan nöbetçi öğrenci gibiydim.

Her şeye alıştım. Evde kavga gürültü yoktu. İnsan yoktu, gülüşmeler yoktu. Bütün bunlar sanki hiç olmamış gibi gelmeye başladı zaman sonra. Hatıra olup kaldılar zihnimde. Cuma okul çıkışı annemlere gidiyordum. Cumartesi pazar onlarda zaman geçirip pazar akşamı tekrar eve dönüyordum. Ablam ev ödevlerime yardım ediyordu,böylesi işime geliyordu. Babam da bir şey demiyordu bu duruma. Annemle anlaştıkları tek nokta buydu galiba. Ama ablam böyle bir şey yapmıyordu. Babamı görmeye gelmezdi. Bazen babam ablamın okuluna gider, çıkışta ayaküstü konuşur dönerdi. Annem tembihlemiş babamı, “Kız bu yıl üniversite sınavlarına girecek, üsteleme. İstemiyorsa görüşmesin, sınavdan sonra alır karşına konuşursun.” Babam da anlayış göstermişti ama yine de gidiyordu görmeye. Baba yüreği diyeceğim ama dilim varmıyor.

Ablam o yıl üniversiteyi kazandı. Annemle birlikte İzmit’e yerleştiler.Babam ne olduğunu anladı anlamasına ama içine sindiremedi bu gidişi. “Kızı yurda yerleştirelim Aysel, sen dön.” dedi. Hatta yalvardı. İçip içip telefona sarıldı, “pişmanım” dedi, “seviyorum” dedi. Ama annem duymamıştı babamın “seviyorum” dediğini. Ben salondaki paralelden gizlice dinlemiştim, annem telefonu çoktan kapatmıştı.

Annemler gidince cumartesi ve pazar günleri yavan geçmeye başlamıştı benim için. Okullar yaz tatiline girmişti, günler geçmek bilmiyordu. Ağır çekimde yaşıyor gibiydim. Evden çıkmaya üşeniyordum. Fırından ekmek alıp gelene kadar canım çekiliyordu yorgunluktan. Sıcağın en pis olduğu öğle saatlerinde salonda vurup kafayı kestiriyordum. O sırada dalmışım. “Kalk ulan kalk, yata yata beyinsiz olacaksın. Çık dışarıya hava al, insan içine karış biraz!” Babam mantıklı şeyler söylüyordu. Elimi yüzümü yıkayıp vurdum kendimi sokağa. Mahallelinin sesi beynimde yankılanıyordu. Sessiz sakin bir yer aradım, belediyenin seçim vaadi olarak yaptırdığı çocuk parkında bir ağaç dibine uzandım güzelce. Bulutlar güneşin önünü kapattığı an göz göze geldik… “Boku yedin oğlum.” dedim kendi kendime. Âşık olmuştum.

Oturduğu mahalleyi, apartmanı, hatta kapı numaralarına kadar ezberledim. Babam yıllar sonra ilk defa bir işe yaramıştı. Bana araba kullanmayı öğreteceğini, artık yaşımın geldiğini, tam bir herif olduğumu falan söylemişti. Bütün bunları annemle ablam gitti diye yapıyordu aslında, sırf oyalanayım diye. Kendimi yalnız hissetmeyeyim istiyordu. Ama işime yarayacaktı bu iş. Asumanların mahallesine gider gelirdim artık. Fırının çırağı Rüstem’den öğrenmiştim kızın adını.

Babam her gün bir şeyler öğretti. Gaz, fren, debriyaj ne işe yarar, ne zaman vites değişir, geri vites nasıl atılır bir bir izah etti. Arabayı ilk kaldırma deneyimim biraz sıkıntılı oldu tabii. Debriyajdan ayağımı birden çekip gaza yüklenince araba titredi, stop etti. Ağır bir küfür yedim, enseme tokat attı. Hiç ses etmedim, dikkatlice dinledim. En az hatayla kapmam lazımdı bu işi. Öyle de oldu, bir haftada öğrendim arabayı kaldırıp götürmeyi. Hatta mahallede tek başıma turlamama izin bile vermişti.

Gece heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Çünkü sabah Asuman’a açılacaktım. Bir sürpriz düşünüyordum ve planımı yapmıştım. Akşamdan ütülediğim pantolonumla gömleğimi koltuğun üzerinden alıp askıya astım, ayakkabılarımı bir kat daha parlattım, hangi çorabı giyeceğime bile karar vermiştim. Kurduğum hayalin haddi hesabı belli değildi. İnşallah beğenirdi beni. Tanımak için zaman verse bile yeterdi. Tek olumlu cümle istiyordum. Bir kere gülsün, “peki” desindi…

Sabah uyanır uyanmaz banyoya girdim. Bir güzel yıkandım, iki kere şampuanladım kafamı, güzel kokayım istiyordum. Belki yarım saat kalmışımdır banyoda. Çıkıp kurulandım, giyinmeye başladım. Neredeyse hazırdım ama babamın sesi soluğu çıkmıyordu. Normalde banyonun kapısına dikilip elli tane laf saydırırdı. Ne yapsam batıyor zaten, banyoda uzun süre kalmış olmamın batmaması ayrıca şaşırtıcıydı. Hazırlanıp salona geçtiğimde babam ortalıkta yoktu. Odasına baktım orada da yoktu. Fırsat bu fırsat deyip arabanın anahtarını aradım. Anahtar yok… Bakmadığım yer kalmamıştı. Gideceği yere arabayla gitmeyen adam bugünü mü bulmuş arabayı alacak diye diye indim evin altına, dükkân boştu. Almış götürmüş, bekle ki gelsin. Tam dört saat bekledim babamı. Elleri cebinde yürüyerek girdi mahalleye, bir şey demeden eve çıktı. Arabayı sordum, bir şey demedi. Sesimi biraz yükselterek bir daha sordum.

“Ne bağırıyorsun ulan kafamda, sattım arabayı.”
“Nasıl sattın, niye?”
“Annenlere gönderdim oğlum paranın bir kısmını. Ablanın çok masrafı oldu şu sıralar. Zaten pek bir şey tutmadı. Kolay iş mi çocuk okutmak bu zamanda?”
“Benim neden haberim olmadı baba?”
“Bilsen ne olacak oğlum. Akşam konuştum adamla, sabah getir dedi…”

İnsan demek böyle katil oluyor diye geçirdim içimden. Bildiğim bütün küfürler kursağımda takılıp kaldı. Ben cevap vermeyince yeniden konuşmaya başladı.

“Arka bagaj kapağına sen mi yapıştırdın Asuman yazısını? Çıkartırken boku bokuna çizdik arabayı. İnsan azıcık akıllı olur, sorar yapıştırabilir miyim diye.”

Babam konuştukça ben sağır oldum. Söylediklerini duymadım bir süre. Sanki güneşin önüne gökyüzündeki bütün bulutları getirip yığmışlardı. Sanki bir daha güneş yüzünü göstermeyecekti. Sesim kurudu önce, kulaklarım yandı. Ateş gibi kumların üzerinde çıplak ayakla koşuyordum sanki. Denize varsam rahatlayacağım. Balkona çıktım, boğulacak gibiydim. Evin önünden bir araba geçti usul usul. Orhan Gencebay’ın Çilekeş şarkısı çalıyordu son ses. Bir şey diyemedim babama. Torpido gözünde mektubum kalmıştı. Şiir bile yazmıştım, akrostişli.

 

About The Author

Diğer yazılar

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.