Biz hermafroditler, tango ve mutfak halısı
Ne çok şey duyduk değil mi tango dansı hakkında? Latin kökenli diğer danslarla kıyaslanmaları mı kaldı, “neden yatakta değil de ayakta” yapıldığı mı, nasıl maço bir disiplin olduğu mu, aslında tutkunun- şehvetin- kekre aşkların- balkabağı olmaya teşne coşkuların ve daha nece alegorik “dramaquenn” ahvâllerin dansı olduğuyla ilgili kaba saba yorumlamaları mı… oy, neler neler.
Velev ki “ulan bu adımı doğru mu attım, eyvah bana bakıyorlar” neviinden iç’seslerden arınacağınız kadar uzun bir zamandır tango dansını tanır- bilir- sever bir durumdaysa insan; o “şehir efsaneleri” kulağa bir komik geliyor ki sormayın gitsin.
Tango dansındaki kadın ve erkek teknikleriyle ilgili, yahut şimdi burada isimlerini ansam “o ney bee?” dedirtecek figürlerle ilgili ahkâm kesecek değilim. Ancak zannımca, yedi sekiz yıldır içinde bulunduğum ve hakiki olarak tanımadığınızı düşündüğüm bu “hareketli- sosyal platform” için size lâflar hazırlamış olabilirim ve bunun ismi pek de öyle ahkâm olmaz.
Oturup “ şu şu tarihlerde Buenos Aires, Montevideo gibi kentlerde başlamış, Uruguay kökenli ……….” falan gibi cümleler yazmayacağım. Dileyen tango dansının tarihçesini- çıkışını- gelişimini açar okur. Var’olan bilgiyi evirip çevirip yeni bir bilgi gibi sunmak gülünç geliyor bana. Benim zaviyemden bakıldığında, ilgi çekici olan başka şeyler var tango hususunda. Size onlardan bahsetmek isterim.
Tango gecelerinin enternasyonal ismi Milonga. Milonga, aynı zamanda tango müziğinin bir ritmi. Dokuz sekizlik versiyonu diyebiliriz bizim memleketin diliyle. Tango müziği de vals- tango- milonga olarak ayrıştırılır ritmik bir sınıflamayla. Milonga gecelerinde, müzik “tanda” usulüyle yapılır. Her tanda; aynı orkestradan, aynı müzik çeşidinden (tango- vals- milonga) yahut aynı solistin yorumlarından oluşan üç ya da dört parçalık müzik blokları anlamına gelir. İki tanda arası, partner değiştirmek ve dinlenmek için dansçılara zaman tanıyan cortina’lar girer.Türkiye’nin ismi de genelde Arjantin’le Rusya arasında anılacak kadar meşhurdur tango söz konusu olduğunda.
Bir yönlendirici ve bir takipçiyle pişen bir yemek tango.
Dünya genelinde, tango yapan erkekler “leader (yani yönlendirici)” kadınlarsa “follower (yani takipçi)” olmaktan yana yaparlar seçimlerini. Genel geçer rol dağılımı da böyledir zaten. “Erkek emrediyor, sen de izliyorsun, o ne öyle canım, ne kadar maço dans” vaveylası da tam buradan çıkmıştır anlamadığım şekilde. Yönlendirmeyi bilen bir kadın olduğunda, iki kadın da dans edebilirler pekâla. Beri yandan, ‘yönlendirici’ ; hem pistin akışını takip edip birileriyle çarpışmayı önlemekle , hem de müziği dinleyip ‘kendi müzikalitesini’ yani çalmakta olan müziği nasıl ‘duyduğunu’ partnerine aktarmakla yükümlüdür. Takipçi ise; partnerinin ‘söylediklerini’ iyi dinlemekten, sakin olmaktan, çalan müziği değil “dans etmekte olduğu kişinin duyduğu müziği duymaktan” sorumludur. Matrak da bir lâf vardır hâtta; “tahmin etme takip et” diye.
Tango dansı –belirli teknik kurallara bağlı kalarak- doğaçlama olarak yapılır. Yani ki, özel bir gösteri- şov- koreografi filan söz konusu değilse; iki kişi pistte birbirine bitişir ve birbirlerine kulak kesilir. Bir anlaşmazlıktan yahut teknik bir yanlışlıktan yola çıkarak, o andaki supleksle yeni bir doğru yaratılır. Böylece her parça, her tanda bir başka hikâye olarak var olur, tekrarlanamaz bir yaratı hâline gelir. Zevkli kısmı zaten tam da buradadır.
Pist daima, dünyanın her yerinde, saat yönünün tersine akar. Bildiğimizce Buenos Aires’teki insanlar “saat yönünün tersine doğru dans ederiz çünkü biz dans ederken hep zamanı geri sararız” derler.
Ben bir takipçi’yim. İnsanın kalabalık ve geveze gezegenimizde, susarak yapabileceği bir şey olması şahane.
Yıllardır pek çok insanla dans ettim; bir ya da çok keyiflendiysek birkaç tandalık oyunlar kurdum bozdum, beceriksizlikler yaşadım ve sonsuz şeyler öğrendim. Aynı dili bırakın, aynı enternasyonel başarısız İngilizceyi bile konuşamadığım kadar yabancılara sarıldım. Şahane dansçılarla hiç anlaşamadan, hiç kontak kuramadan memnunsuz yerime oturuşlarım da oldu, henüz bir yıldır dans eden birileriyle “Kaç tandadır dansediyoruz biz yahu ?” diyerek kahkahalarla sandalyeme doğru yürüdüğüm de…
Dünyanın her yerinde arkadaşlarım oldu. Ben evlerine gittim, onlar bizim evimize geldiler.
Yaşadığım kentin dışındaki kentlerden tango- arkadaşlar edindim. Bana Ankara’yı, Bursa’yı, İzmir’i, Samsun’u, İzmit’i, Antalya’yı, Bodrum’u sevdiren/ tanıtan arkadaşlar. Bana Marsilya’yı, Roma’yı, Floransa’yı, Berlin’i, Milano’yu sevdiren/ tanıtan adamlar, kadınlar.
Erkek- erkek, kadın- erkek, kadın- kadın ilişkilenme varyasyonlarını “mahalle sosyolojisi” kıvamında; tango gecelerinde yaşananlarla seyrettim, yaşadım, belledim.
Şu günlerde otuz yaşım bitmek üzere. Yirmi ikiden otuza kadar geçen süre, insanın da epey dönüşüme uğradığı, başka bir şeye evrildiği bir zaman dilimi sizler de iyi bilirsiniz ki.
Tangoyu seveceğinden emin olmadığım hiç kimseye “sen de başla be” demedim. Birkaç çöpçatanlığım olduysa da, mevzubahis arkadaşlar hâli hazırda tango zehirlenmesi yaşamakta ve gecelerce dans etmekteler. Öle bayıla yapsam da, yaptığım bir şeyi dikte etmeyi can sıkıcı buluyorum. Başlamış birine “ilk zamanlar sıkıntılı geçecek, ama altı ay sabret, kendin için bunu yap” demekte de bir beis görmem, yalanım yok.
Korkunç bir ara kuşağın “hermafrodit” kızlarıyız ya biz; işte yüksek ökçeli pabuçları topuğunu yamultmadan kullanmayı başarmalar, kazık yutmuş gibi görünmeden dik durmalar, bir elbiseye göz değdirmeler hep tangoyla girdi hayatıma. Çünkü artık korseler, jartiyerler, eldivenler, file çoraplar, taş plâklar yok. Artık bol kesimli kot pantolonlarımız, çok rahat spor ayakkabılarımız, kambur duruşlarımız var daha ziyâde.
“Seyredilirken” kontağı kopartmadan “sahnesel olanı” yaşamayı da tangoda öğrendim. Yıllar aldı ve hiç kolay olmadı. Çünkü benim gibi tez canlı bir kızın sakince ve sükutla “durup”, o anda kiminle dans ediyorsa, onun müziği nasıl idrak ettiğini/ nasıl yorumladığını duyması, kendi duyduğundan vazgeçip onunkine yoğunlaşması demek kendiyle çok uğraşması demek.
Hani konservatuvardakinden daha fazla şey öğrenmişimdir desem yalan olmaz. Çünkü kadınlar tuvaleti daima bir kulis, diğer kadınlarla tehlikesizce güzel ilişkilenmeler kurabilmeyi öğrenmek ciddi bir deneyim, pist daima sahne ve ben artık otuz yaşındayım. Ah ne de güzel demiş sevgili Audrey; “Sadece kendin için ve kimse seni seyretmiyormuş gibi” dansetmeyi öğrenmek, büyümek gibi bir şey.
Tangoyla ilgili ille bir kültü dilinize dolamak isterseniz, sıkıcı şehir efsaneleri yerine şu dizeyi öneririm hararetle;
[Bir milonga gibi neşelendiriyor sesin]*
Benim de sesimi bir milonga gibi neşelendiren biri var. Biz bazan evde mutfak halısını sıyırıverip dansederiz. Bazan ayaklarımızın videosunu çekeriz. Hem dansımız ne alemde dışardan görmek için, hem de arada seyredip gülümsemek için. Tango; pistlerin ve frakların ve uçuşan elbiselerin dansı değildir sadece. Mutfak halısını sıyıvermenin de dansıdır aynı zamanda.
Al gözüm seyreyle.
(*) Turgut Uyar.