Hasip Bingöl: “Yandım sana baktıkça içimden”
Hâfız deyince, bir şair olarak senin aklında İran şairi Hâfız mı geliyor, yoksa Hâfız Burhan mı mesela? Hâfız senin için neyi çağrıştırıyor asıl?
Kuşkusuz, şeksiz ve şüphesiz Hâfız-ı Bozorg (büyük Hâfız) nâm ile meşhur Hâce Şemseddin Muhammed Hâfız-ı Şirâzî gelir aklıma. Öyle ki zihnim neredeyse lafz-ı hâfızı, Hafız-ı Şîrazî’ye hasretmiştir diyebilirim. Bunu saklama gereği duymuyorum. Zikretmekle telezzüz ettiğimi, hazz aldığımı söylemeliyim. Bir bakıma şiir bende Hâfız ile başlar. Hatta şiirden laf açılınca, ne yapar eder bir şekilde sözü Büyük Hâfız’a getiririm. Çünkü O, bende söz’e denk gelir. Her ne kadar Sadî-i Şirazî ile Hâfız-ı Şirazî her ikisi de Şirâz ile özdeşleşmiş olsalar ve yine Hâfız-ı Şirazî pek çok gazelinde Şeyh Sadî-i Şirazî’nin büyük oranda tesiri altında kalmış olsa da, Hâfız hep adımlarca önde olmuştur. Hâfız-ı Şirâzî belâgat, fesâhat, sanatkârane ve sözü yerli yerinde kullanmadaki olağanüstü gücüyle haklı bir şöhrete sahip olmuştur. Öylesine büyük bir şöhret, öylesine ustalıklı bir deha ki şöhreti sınırları aşmış ve ebedi bir mertebeye vasıl eylemiştir. Ta kıyamete dek bu böyle inanılır’a denk bir şiir mirası inancı. Zira Hâfız, söz hünerinin gerçek erbabı, hakikat sathında sözün temsilkârıdır. O, Wolfgang Goethe’ye tılsımın perdesini aralayan kâşif-i kalptir. Rivayat-ı hakikat ki Divân-ı Hâfız, Mushaf-ı Kebir ile beraber hıfzedilen, muhatabını dereke-i tabula rasadan mertebe-i mirac-ı mahfuza yücelten hürmete layık bir kitaptır. Hal ve hakikat nazarımda da böyledir. Bu sebepledir ki Söz, bende Hâfız-ı Şirâzî’ye denk gelirken Ses Makber’in eşsiz yorumcusu Hâfız Burhan’a denk gelmektedir.
Üstadın hangi eserini ötekinden ayırırsın? “Makber” sence de deha ürünü bir eser midir?
Makber hep başka bir şekilde gelip dayatmıştır kendini. Kelimenin gerçek anlamıyla dayatmıştır diyorum. Üstadın ses verdiği, sesiyle can verdiği her bir eserini, kendim için kıymetli buluyorum. Lakin Makber bir başka. Belki de onu başka kılan o eşsiz icranın yanında Abdülhâk Hâmid’i bahusus Fatıma Hanım’ı telmihlediği içindir. Yine Uşşak makamında söylediği bir Rumeli icrası var ki, “Söyleyin güneşe bugün (aman) doğmasın/ Nazlı yar geliyor, benzi solmasın aman” benim için bir başka hoşluk. Makber’in alabildiğine içine çektiği keder ve hüzün dünyasından çıkarıp bambaşka bir dünyaya sevk ediyor. Neşeyi ve kederi aynı anda aynı sözler ve aynı tınıyla o kadar çok derinden hissettiriyor ki, muazzam bir şey. “Sürmelimin kaşlarına nailem/ Ayda bir selamı gelse kailem” Ağlamaya hazır bir gülümseme barındıran naiflik ve çocuksuluk kokan bir dünya. Yine bir başka önemli eseri “Adalardan bir yar gelir bizlere/ Aman Allah gözlere bak gözlere/ İpek çorap varsın düşsün dizlere yallah” pek bir lezzetlendiğim icralarındandır.
“Bir Gönülde İki Sevda Olamaz/ Biri Şirin birisi Leylâ olamaz”, “Gerçi Bilirim Kurtulamam”, “Şeb-i Hüznünde Hayalinde”, “Evvelce Hüdayı Tanımış Olmasa Gönlüm”, “Çargâh Gazel Tempolu” gibi pek çok şarkı ve gazelleri bıkıp usanmadan defalarca dinlediğim ve dinlenesi icralardır.
“Konuşmaktan çekinmek” demiştin. Neden Hâfız Burhan üzerine konuşmaktan çekiniyoruz dersin?
Evet, şöyle izah etmeye gayret edeyim. Doğrusu hafız tekniği dediğimiz “usulü”, pek çoğumuz ya bilmeyiz yahut kıyısından köşesinden biliriz. Büyük bir geleneğin üzerine inşa edilmiş bir şeyden söz ediyorum. Belki Kur’an hafızlığından daha kadim; ancak bize Kur’an-ı Kebir ile tevarüs eden bir şey. Sözü melodik olarak hıfzetmek. Muazzam bir şey olsa gerek. Söze ve sese sadakat. Kuşkusuz “hafız” sıfatı gelenek içinde Kur’anî bir şey ve ifade edildiği yerde bu telmihi daima yapar. Hafız Burhan’ı farklı kılan şey ise gelenek içinde, belki de yüz binlerce hafıza nasip olmayan “sesin kaydına” denk geldiği bir zaman diliminde yaşamış olması ve o eşsiz icralarının bizlere ulaşmasıdır. Kim bilir kayıt öncesi dönemde belki de Hafız Burhan’dan daha muazzam sesler gelip geçmiştir. Lakin nasibimize Hafız Burhan düşmüştür. Bu satırlar, rızâ-yı kebir ile nasibime sâdık kaldığıma istirham-ı beyan ola! Ne güzel nasip değil mi?
Hafız Burhan, medrese tecvidinden kalma aşîr okur gibi okuyup bıyık altından gülümseten bir hafız olmayıp; âteş hâlesinin çevresinde dönen, giderek âteşle mesafesini tüketen ve âteşe vâsıl olup yanan pervanenin kendinden geçtiği sûrette kendinden geçen bir mest-i harâb, bedeninin her zerresi ile musiki icrasına eşlik eden, hakikate ses vererek sesi hakikate dönüştüren büyük bir ahenk ustası, icracı ve musikişinastır. İşte tam da bu noktada Hafız Burhan’ın eşsizliği karşımıza çıkıyor. Kendi dönemi ve sonrasında hafızlığının sanat yönünü icra etme imkânı bulan yüzlerce hafızdan üstün o muhteşem yorumuyla karşımıza çıkıyor.
Konuşmaktan çekinmek ifadesini evet, bütün bunları hatırda tutarak ve farkında olarak kullandığımı söylemeliyim. Zira Hafız Burhan’ı ister teknik, ister usûl isterse hissî olarak, hangi yönüyle yazarsak yazalım hep eksik bırakacağız, noksan ifade edeceğiz diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bunu bana söylettiren biraz da şu sözlerdir. 1867-1932 yılları arasında yaşayan Hafız Şaşı Osman Efendi’nin uşşak makamında söylediği ve Tanburî Cemil’in eşlik ettiği “Her zaman bir Vâmık-u Azra olur âlem bu ya/ Nev-be-nev efsâneler peydâ olur âlem bu ya” meşhur gazelinin sonunda Mesut Cemîl’in söylediği: “Aziz dinleyiciler! Pek kıymetli bir musiki muhibbi olan muhterem bir zat, bir dostum bana demişti ki bir gün: Bazı musikişinasların sırtına makam biner, onun altında ıklıya sıklıya yürürler kan ter içinde. Öyle musikişinaslar da vardır ki onlar makamın sırtına binerler ve yürüyüp giderler.” sözüdür bana Hafız Burhan hakkında konuşmaktan çekinmemize sebep dedirten. En azından kendi adıma bu çekinceme şerh düşmek durumundayım. Hafız Burhan, bu sözde bahsedilen ikinci kısım musikişinaslardandır. Yani makamın sırtına binerek yürüyüp giden, bu edasıyla gönüllerimizi bir kuş misali uçuran hakikî bir musikişinastır nazarımda. Bunlardır ve daha niceleridir her daim Hafız’ı anlatımda nakıslık hissiyatı ve endişesi yaratan.
Onunla birlikte andığın, içinden geçen başka kimler var geçmişten müzisyen olarak?
Önemli, dinlemekten lezzet aldığım icracı hafızlar elbette söz konusu. Hem de sayısızca. Birkaçını zikretmek lazım gelirse: Hafız Kemal, Hafız Saadeddin, Hafız Şaşı Osman Efendi, Hafız Burhan, Hafız Aşir, Hafız Osman, Hafız Ahmed, Hafız Sami, Hafız Yaşar, Hafız Memduh, Hafız Mecid, Hafız Saadettin Kaynak, Bahriyeli Şehab, Celal Tokses, Münir Nurettin Selçuk, Hafız Kâni Karaca gibi kıymetli pek çok gazelhan, mevlithan ve sanatkârların kayıtları günümüze ulaşmış ve dinlemekten büyük bir keyif alıyorum.
Bir de hafız geleneğinin yanında ancak kültür hafızı olarak adlandırdığım, halk musikisinin önemli icracılarından Burdurlu Hafız Rıza Yeğin, Elazığlı Hafız Osman Öge, Zaralı Halil, Urfalı Tenekeci Mahmud, Bekçi Bakır, Seyfettin Sucu, Şıh İbrahim, Kazancı Bedih, Diyarbakırlı Celal Güzelses, Malatyalı Fahri Kayahan, Davut Sulari, Mahsuni Şerif, Muhlis Akarsu, Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Ali Ekber Çiçek, Ahmet Yurt Dede, Erkan Oğur ve daha nice müzisyenler geçmişten bugüne bu halkaya ve hayatıma dâhil oldular, oluyorlar.
Elbette sesiyle olmasa da besteleriyle dinlediğimiz eserlere hayat veren Buhurizade Mustafa Itri, Dede Efendi, Zekai Dede, Hacı Ârif Bey, Tanburî Cemil Bey, Onnik Ağa, Kemani Sarkis Efendi, Tatyos Efendi, Boğos Hamamcıyan, Vasilaki Efendi, Manok Ağa, Karabet Efendi ve daha nice bestekârlar kulaklarımıza bu zevki fısıldamışlardır.
Bütün bu külliyatın oluşmasında her bir musikişinasın katkısı had safhadadır; lakin Hafız Burhan nedense, hemen diğer bütün hafızlardan ve icracılardan her zaman farklı ve hep ön saflarda göz kırpar, sesiyle, tınısı ve tavrıyla daha çabuk tesiri altına alır beni.
Soyadı beni çok ilgilendirdi hep. “Sesyılmaz” oluşu ne hissettiriyor sana?
Cumhuriyet ideolojisi hep tuhaf bir yanıyla karşımıza çıkıverdi. Geleneği hiçleştiren anlayışını asla terk etmedi. Tepeden inmeci, buyurgan, redd-i miras bir huy edindi. Hangi birimizin “soyadı” gerçekten “soyadı”dır. Hiçbirimizin. Soyadları benim için hep bir mizah konusu olmuştur. Ötesine de geçemez. Hoş, “Sesyılmaz” Hafız Burhan’ın sesinin hakkını vermede ipuçlarını vermiyor değil. Lakin çok da umursadığım bir şey değil. “Soysuz” soyadlarıyla varsın benden ilgi görmesin.
Kabri çiçekten bir türbe olmuş
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukanım ben