Madrid lezzet mabedleri
okuma süresi 5 dakikaMadrid İspanya seyahatlerinde genellikle Barcelona ya da Sevilla, Granada gibi ‘egzotik’ yerlerin ya da İbiza gibi tatil beldelerinin biraz gerisinde kalan, “deniz yok, renk yok, fazla ciddi bir şehir” ön yargısıyla 2. ya da 3. sıraya oturtulan bir şehir. Bazıları içinse, ilk gidilmesi gereken, kültürün, tarihin, mimarinin ve sanatın merkezi.
Gidip gördükten sonra neden bunca yıldır gitmediğime yandım açıkçası ve ikinci görüşün haklı olduğunu anladım. Aslında hepsinin yeri ve zamanı ayrı ve hepsi çok keyifli mekânlar. Ama bir sıraya konacaksa, Madrid’den başlamak güzel bir fikir!
Hem klasik hem modern mimari örnekleri, tarih-kültür-gündelik hayat karışımı, yeme-içmedeki yeni ve eski örnekleri, ne çok büyük, ne küçük şehir havası, marjinal-entel-sanatçı tayfası ile mahallenin yaşlı ve görmüş geçirmişlerinin birlikteliği… gibi gibi pek sebepten ben Madrid’i çok sevdim!
Bizi bu yazıda en çok ilgilendiren kısmı olan Boğaz’a gelirsek… İspanyol mutfağı paella-tapas-deniz mahsülleri klasiklerinin yanı sıra son 10 yılda moleküler mutfakta öncü bölgeleri San Sebastian gibi Michelin yıldızlı mekanlara sahip. İster klasik ister modern takılmak isteyin, her biri için fazlasıyla seçenekleri var.
Dolayısı ile Madrid’in yeme-içme mekanlarını anlatmak 1 değil 11 yazıya sığmaz! Ben bu sefer sadece 2 mekândan bahsedeceğim. Mercado de San Anton ve Mercado de San Miguel.
Önce, bir öğlen gittiğimiz Mercado San Miguel’den başlarsak, Madrid’in merkezinde yer alan bu eski Pazar yeri, renove edilerek bir gastronomi merkezine dönüştürülmüş.
Hem turist hem de Madrilenos’un (Madrid’lilerin!) öğlen-akşam takıldığı bir mekân. Saat 13:30 civarı gittikçe kalabalıklaştığından, öğlen en geç 12:30 gibi orada olursanız oturacak yer bulmanız kolay olur.
İçerisi üstü kapalı büyük bir pazar yeri gibi, içinde nefis tapalar, deniz mahsülleri, paellalar, tatlılar alabileceğiniz büfeler var. İster 1 adet karidesin tadına bakın, ister çeşit çeşit tapaslardan teker teker alın. Kendinize oturacak bir masa ya da kenar-köşe bulun, nefis İspanyol şaraplarından seçin ve etraftaki turistlerden Madrid’lilere uzanan çeşit çeşit insanları, yiyecekleri izleyin ve bu harika atmosferin tadını çıkarın!
Yemekten sonra leziz tatlılar…
Külah külah eski usul cipsler…
Benim favorim bu içi doldurulmuş çeşit çeşit zeytinler oldu.
Zeytin-peynir-kurutulmuş domates-arpacık soğanı turşusu-közlenmiş kırmızı/sarı biber-ahtapot-midye-jambonlu versiyonları ağız sulandırıyordu. Rakının yanına da nefis meze olacak bu fikri hemen kenara not ettik!
Tabii ki çeşit çeşit deniz mahsüllerini de denemeden geçmedik…
Şu en sondaki yılan balığını spagetti zannetmeniz pek mümkün! Görüntüsü feci olsa da ben tadını sevdim, karides sertliğinde ve lezzetinde, denemesi hiç de zor olmayan bir böcek!
Tabii ki İspanyol kırmızı şaraplarının ya da deniz mahsullerinin yanında buz gibi beyaz şarabın ve hatta meşhur İspanyol klasiği Sangrilla’nın tadını çıkarabilirsiniz.
Bu nefis mekânı gezerken, taze Madrid’li, aslen tam bir İstanbul hayranı rehberimle, İstanbul’da bunun bir mezeli versiyonunu hayal ettik. Her köşede farklı bölgelerin mezeleri, Egenin otları, Antakya’nın sarmaları, lakerdalar, topikler, midye dolmalar… Tatlı olarak da leziz taze baklavalar, sıcak lokmalar, kadayıf-sarmalar-burmalar… Tam bir mabed olmaz mıydı?
Biz elbette böyle bir yemeğin üzerine alasından bir tatlı gider diye düşünerek hemen karşısındaki bir cafede (Cafe y Churros’da), meşhur churros (yağda kızartılan bir hamur tatlısı) ve sıcak kakao tattık! Normalde Madrid’lilerin sabah yediği bu leziz tatlıyı,sıcak sıcak hemen bizim için taze hazırladılar ve bize de bol kıvamlı sıcak çikolataya bana bana yemek düştü, işte aynen şöyle:
Mercada de San Anton
Mercado de San Anton da, Madrid’in merkezinde,Chueca’da, Salamanca’ya yakın ve gece hayatının içinde bir mekân.
Burası diğerinden farklı olarak üç katlı ve içinde alışveriş yapabileceğiniz bir kata da sahip. Bu katta neler yok ki…
Güzel bir sofra hazırlamak için ihtiyacınız olan her şeyi, hem de en gurmesinden bulabileceğiniz bir Premium market alanı gibi…
Tabii ki baş köşede İspanyolların meşhur Jamon’u, çeşit çeşit…
Ve İspanya’da olduğumuz hatırlatan çeşit çeşit renk renk domatesler. (Ki hiçbiri çocukluğumun Marmaris domateslerinin yerini tutamaz o ayrı!)
Mevsimin gözdelerinden çeşitli mantarlar…
Elbette çeşit çeşit peynirler…
Elbette rengarenk baharatlar…
Ve günümüz modasına uygun bir “burger” köşesi! Bizdeki köfte çeşitliliği kadar mı emin değilim ama bir sürü farklı karışımlarda burger köfteleri satılıyor ya da hemen oracıkta yemek isterseniz de pişirilebiliryor…
İkinci katta ise hem İspanyol hem de kanarya adalarına kadar her türlü dünya mutfaklarının büfelerinden, hemen oracıkta yiyebileceğiniz hızlı yemekler mevcut. Burada bir Türk köşesi olsa ne güzel olurdu diye düşündük tabii. Maalesef Avrupa’da Türk mutfağı genellikle dönerin ötesine geçemediği için böyle güzel bir mekânda bulunması insanların aklına gelmiyor olabilir.
Bu deniz mahsülleri sergisinin önünde kitlendik kaldık tabii! Dileyen alıp evde pişirebilir ya da oradaki mekânlardan birinde pişirtebiliyor!
En üst katta ise harika bir lokanta var, La Cocina de San Anton. Çok hoş bir terası, modern ve çok sıcak bir dekorasyonu var ve İspanyol mutfağının modern bir yorumunu yaratıyorlar. Ayrıca aşağıdaki pazaryerinden aldığınız belli malzemeleri getirip, lokantada onların usulleri, sosları ile pişirtebiliyorsunuz! Bu fikre bayıldım doğrusu, menünüzü kendini belirleyip alışverişini de yapma keyfini yaşayabiliyorsunuz yani!
Biz antre olarak tabii ki jamon (domatesli ekmekle), İspanyol omleti gibi klasiklerin yanı sıra, çok farklı bir kuşkonmaz yedik. Sosu ve üzerindeki çıtır kabuk lezizdi!
Üzerine de yine çıtır bir ördek…
Ve en sonunda mutlu sona ulaştık!.. Tatlı menüsünün adı daha güzel seçilemezdi herhalde!
Madrid ve İspanya’nın yeme içme kültürüne yatırımlarına hayran kalmamak imkânsız. Geleneksel ile modernin nefis karışımı, sokaklardan, lokantalardan, kafelerden akan enerji harika! Mutlaka 3-5 tur daha atmak lazım oralarda ki ancak tam keyfi çıksın!
Bu adamlar bu kadar siesta yapmadan şu turizm yatırımlarını tam kapasite çalıştırsalar yine de krize girerler miydi diye düşünmeden edemedik 🙂
Bir başka yazıda klasik tapalardan da bahsetmek lazım, tez zamanda umarım!..