Parantezli Yazı: Bana bir masal anlat Pixar
okuma süresi 4 dakikaMuhtemelen hiçbiriniz Emma Coats’ı tanımıyorsunuz. Tanımanız da gerekmiyor. Bu zatı muhterem Pixar’da storyboard çizeri olarak çalışıyor. Daha doğrusu çalışıyormuş. Twitter’daki bio’sunda “artık yazmak ve kurgulamak için özgür” olduğunu beyan etmiş. 160 karakterde hayatını verimli biçimde özetlemiş. İyi yazan adam kısa yazar zaten. (Neydi o Mark Twain’in tüm Facebook’larda paylaşılan sözü. Hah, buldum: “Çok fazla zamanım yok. O yüzden uzun yazıyorum.”)
Çizgi dünyanın hırçın çocuklarının istihdam edildiği evil corp. Pixar’ın bu kıymetli üyesi geçenlerde internetlerde dolanmaya başlayan muhterem bir metinde 22 maddede hikâye anlatmanın o muazzam dünyasını özetleyivermiş. Her şeyin endüstriyel formüllerle sentetik bir biçimde üretildiği polyester hassasiyetine sahip çağımızda, naylondan paylaşımlarla sık karşılaşıyoruz.
Bu şairane paragraftan ve bol bol “yapaylığa” atıf yapan sıfat tüketiminden sonra konunun özüne gelelim. Evet, bu hanım kızımız 22 maddede nasıl iyi hikâye anlatılır, anlatmış. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak Pixar’ın masa lambasını bize doğru çevirmiş ve hepimizi bir anda hikmetiyle aydınlatmış. (Lakin oturup aynı masada çay içmeden beni bu 22 maddenin doğruluğuna ikna etmesi mümkün değil. Gerçi çay bardağına dem ve su oranını mükemmel biçimde paylaştırma becerisi göstermediği sürece beni herhangi bir konuda ikna etmesi imkânsız.)
Şimdi size yeni bir sekme açıp benim asabi satırlarımdan, uzun cümlelerimden sıkılmamanız için biraz fırsat vereyim. (Malum, dijital ortamlarda insanların okuma alışkanlıkları normalden daha kısa. Eskinden sonuna bakıyordunuz, şimdi biraz göz gezdiriyorsunuz.) Evet, bir topun peşinden manasızca koşan topçu sayısına eşit maddelerin yer aldığı kaynağı vereyim. Pixar Touch adlı kitabın da ana kaynak olduğunu şuraya iliştireyim. Kaynak site, yılanın başı burası: http://www.pixartouchbook.com/blog/2011/5/15/pixar-story-rules-one-version.html
Artık hazırız. Maddelere geçelim. Sana laflar hazırladım Emma! (El yordamıyla çeviriyorum. Eleştiriye açık değilim.)
1. Başarı için her şeyini ortaya koyan karakterleri takdir edersiniz.
Burada şair okura sesleniyor. Yani diyor ki, sırf sen özdeşleş diye, protagonistin yerine kendini koy diye deli gibi kasıyorum. Acınası bir zavallı yaratıyorum. (Wall-e’nin sonsuzluğun ortasında tenekeler arasında yardırması ya da Eva-Eva diye höykürerek ortalıklarda nanoteknolojik hüzünler yaşamasının nedeni bu.)
Ben bu laftan bunu anlarım, ki bunu anladım. Bu süreçte de hiç ama hiç zorlanmadım. Sevdiğim hiçbir karakterle özdeşleşmedim. Kollarımı açıp kimse kaçmasın diye bugüne kadar uğraşmadım. Issızlık nedir bilemedim. Fiziksel katharsis’e giden tüm yollar bu yüzden bana kapalı. O fiziksel katharsis ki özdeşleşmeyle başlar. Daha önce de dediğim gibi, bana uymaz.
2. Bir izleyici olarak sizin için neyin eğlenceli olduğuna odaklanın. Bir yazar olarak değil. Bu ikisi arasında büyük fark var.
İnsanlara yaranmaktan hiç hoşlanmam. Facebook’ta yalnızca 3 arkadaşım var. Bir tanesi de zaten Twitter’da takipleşen herkesle takipleşiyor. (Muhtemelen One Direction dinliyor ve takipleşme hadisesini Facebook’ta da herkesle arkadaş olarak sürdürüyor.)
Yazarken eğlenmeyeceksem, kendi kafamda kurduğum evrenin tadını çıkarmayacaksam, başkası için yazacaksam, neden yazayım? Düşünsenize, Thomas Mann Büyülü Dağ’ı yazarken Düsseldorf’taki bir teyzenin neye güleceğini, Gelsenkirchen’de çılgın bir Schalke 04 taraftarı toruna sahip olacak bir delikanlının kendi satırlarını okurken nelere hüzünleneceğini düşünüyor. Yazı yazarken kafamızda kendimize bile yer bulamıyoruz. Değil ki okurlara da yer bulalım. Onları sürece dahil edelim. Canan Tan ne yapıyor bilemiyorum tabii.
3. Tema için kasmak önemlidir, ama hikâyenizin neyle ilgili olduğunu sonuna gelene kadar bilemezsiniz. Şimdi yeniden yazın.
Ya bu yaratıcı yazarlık soytarılığını, trick’lerini falan hep sevmişimdir. Hiçbir şey söyleme ama bir şey söyler gibi görün. Çok temiz bir stil bu. Yazar olarak da böyle bir şey olmayı öneriyorlar zaten. Eğitim ile aktarılabilecek olan eğitilebilir zekâ seviyesine göre programlandığı için onun ötesinde bir nöron dağılımı, sinir sistemi ve iq gerektiren şeylerin öğretilebilirliğine pek inanmıyorum. Teması belirsiz yapıt, yolda nereye gider bilinmez roman, yeniden yaz, hep yeniden yaz… Bunlar bana pop müzik şarkı sözü gibi geliyor.
Sterne bile yazarken belli bir sisteme uyuyordu. Anlatmak biraz önceden kendine anlatmak ve kendini inandırmaktır. Dağınık görünen bir masanın bile sahibine özel bir düzeni vardır. (Öyle yani.)
4. Bir varmış bir yokmuş_________ Bir zamanlar_________ Bir gün_________ Bu yüzden_________
Of of. Ne diyem, ben sana ne diyem?
Ya ben sıkıldım. Cidden. Haftaya mı devam etsek kaldığımız yerden? Belki atlaya zıplaya. Hı?