“Sen İstanbul’dasın diye memnun ağaçlar”*
okuma süresi 4 dakikaMayıs ayıyla derdi var gibidir Sait Faik’in. Aslında mevsimlerin çoğuyla… Sıkıntı duyar. Görmemezlikten gelinmenin sancısı dağlar ruhunu. Bir bakarsınız, öykünün bir yerinde dünyaya kızmaya başlar. O dakikadan sonra susmaz aklı. Herkes, hatta en iyi arkadaşı bile bundan nasibini alacaktır. Sonra, o nerede karşımıza çıkacağımı bilemesek de gölgesini bir türlü üzerimizden eksik etmeyen ‘–Yok a’ da sinirlenir. Ama en çok da “-bu mayıstan başka her şeye benzediğini söylediği, soğuk bin dokuz yüz kırk altı mayısına” kızar. İşte tam da o an, onunla birlikte, unuttuğunu hatırlarız. Ne dersiniz, Beyazıt havuzu kışın donar mı?
Ne zaman onu düşünsem burnumun ucu deniz kokar. Lodos, saçlarımın bir ucundan toplar balıktan dönmüş teknelerin ağlarını –ki dağınıklığa en çok onlar alışıktır. “Lodoslu İstanbul denizi ne baş döndürücü bir şeydir.” Motor sesleri adanın kıyılarında yer tutmaya başlamışken ben, masmavi bir yolculuğun peşinde dalar giderim uzaklara. Bir sofra kurulur denizin kenarına, bir martı rakı taşır masaya. Balıklar sohbete katılır ve Burgazada’nın yıldız dolu geceleri, raks ederek sevişir gökyüzüyle. Sessiz, durgun, mavi bir gecede İstanbul uzaklardan göz kırpar. O büyük şehrin keşmekeşliği de gürültüsü de kayaların ardında kaybolur. “Vur beline tekmeyi derdin! Uyu.”
Keşke bütün o güzelliklerin, derdin ve tasanın bir nebze de olsa denizin sularına karıştığı o yerde uyuyabilseydin. Birlikte uyuyabilseydik. Ne büyük sevmiştin oysa sen İstanbul’u ama işte, uyumak istesek de uyutmaz ki bizi. Para kazanmak da lâzım… İstanbul peşini bırakmaz adamın. Geçim derdi bir yandan, insan hesaplarının ağırlığı öteki yandan, huzursuz bir meşguliyet durmadan kovalar durur. Böyle böyle başlar mutsuzluk. Sevgi dediğin, sevmek dediğin el olur. Bir zaman yaban ellerde ölürüm de bir daha göremem diye çıktığı yerden, sevgiyle andığı İstanbul’dan nefretle bahseder hale gelir.
Haksız da sayılmazdın. Toplumdan, toplumun baskısından ve ahlâk anlayışından sen de tüm insanca yaşama hakkına sahip olmak isteyenler gibi rahatsızdın. Şöyle demiştin o dönemdeki umutsuzluğunu ve İstanbul’dan artık neden hoşlanmadığını anlatırken: “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Fakat sen bütün gördüklerine rağmen denizi, balığı, balık tutanı, ekmeğini denizden çıkaran insanı seversin, bilirim. Hem sen dememiş miydin: “İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde, onunla güzel.” diye. Sen yine de deli gibi hikâyeler, bir iki tane de şiir yaz. Varsın içinde hikâye kokusu olsun. Kafandaki insanlar balığa çıksın. Çocuklarla birlikte aynı yaz rüyalarını görelim. Yanakimu, Aleksandra’nla sana üstü çiçeksiz, örtüsü gazeteden, şarabı aşktan bir masa ayırsın. Seni hatırlamak, vapurların ıslıklarını -karşı kıyıdan da olsa- duyarak güne başlamak ve inadına sevmek güzel. Bilmez misin ki “sen İstanbul’dasın diye memnun ağaçlar.”
İsterim ki bugün şiirlerinin dizelerinde kaybolalım. Masayı rakıyla ve mezeyle senin şerefine bir güzel donatalım. Hem belki sen de birkaç dize okursun bize efil efil bir rüzgâr tepemizde salınırken söğüt ağacı niyetine. Yeter ki bir defa da olsa sen, mesutken rahat ol.
Hani, nasıldı o Arkadaş:
(…)“Önümde rakı… dışarıda akşam, akıntı,
kayıklar ve gelip geçen…
Meyhanenin kapısından, iki elini gözüne
siper edip bakan birisi:
“Bu herif âşık!” diyecek.
Saçları perişan, dudakları mürekkepli, hali
bencileyin bir serseri kızı
Büyük bir sandal
-Akıntının içinden çekip-
Rakı kadehimle benim arama bırakacak.” (…)
Kiraz mevsimi de yaklaşıyor. Ne kaldı şunun şurasında. Al al meyveye dönecek kiraz ağaçlarının çiçekleri. Biz bu cumartesi toplanıp sana geleceğiz. Erik ağaçlarından henüz inmiş çocuklar kiraz çalacak. Sahi, eli sopalı amcalar kaldı mı hâlâ? Uzun zamandır birbirimizi tanıyoruz. Bir seferlik affetsinler hepimizi. Anlatsak şu kiraz mevsiminin para kazanmak mevsimi değil, sevişme vakti olduğunu. Öyle ya Şimdi Sevişme Vakti.
Unutmadan…
**“Dülger balığı/ O canavar görünüşlü/O uysal balık./O sandallar, o tavşanlar, o motorlar/Hepsi hepsi gelecekler./Deniz diplerinden yakamozlar/Dikenleri batan süngerler/Hepsi hepsi gelecek.”
Senin için konuşmaya, dinlersen. Onlara da açtım bu sevdadan.
*Yeditepe 1 Haziran 1964’te başlıksız olarak yayımlanmış bir şiirinden alıntıdır.
**Söz Açınca şiirinden alıntıdır.