Sıkılır insan bazen, kendinden…
okuma süresi 4 dakikaSıkılır insan bazen; işinden, evinden, kıyafetlerinden, arabasından, eşinden-dostundan… Ben en çok kendimden sıkılıyorum. Dayanamıyorum kendime çoğu zaman. Kendimden kaçmak için başka insanlara atıyorum kendimi. Bir yazının başında bile bu kadar “kendi” diyebilmiş biri nasıl sıkılmasın kendinden? Kalamıyorum baş başa kendimle. Şimdi kusacağım kendimden, bu kadar da olmaz ki? Siz bile sıkıldınız değil mi, okumayacaksınız bundan sonrasını, okumayın zaten, bu yazıdan bir şey çıkmaz.
Bunca yıl kaç erkek girdi hayatıma; serserisinden tut da en alığına kadar. Kimisine çok âşık oldum, süründüm aşkımdan. Onlar ne derse yapmaya, ne isterse vermeye hazırdım. En çok o zamanlar unuttum kendimi. Kimisini sevmedim, ama yine de denedim, belki dedim bir öncekinin kalıntılarını siler. İnsanın kendisinden kaçmasının bedeli de bu işte, başka insanların kalıntılarıyla uğraşmak. Kalıntılara da razıydım ama bu geçmeyen vakit, bu uzayan zamanla tek başına baş edemezdim. Hayat yalnız geçirilemeyecek kadar sıkıcıyken, en azından yanımda eğlenebileceğim, hani beni anlamasa da çok üzgünken başımı omzuna dayayabileceğim biri olsun, kabulümdü. Gerçi başımı dayatmazdı böyleleri omzuna, benim yerime, benden daha çok dertlenirlerdi de bir de onları ayağa kaldırmakla uğraşırdım çoğu zaman. Boş uğraşılar işte. İnsan yalnızlığa alışabilmeli belki de kimbilir. Tek başına yemek yemeğe, sinemaya gitmeye, burnunu tek başına silmeye, hastayken yemeksiz kalmaya, canı acıdığında bir köşede sessizce acının dinmesini beklemeye, aklına güzel bir fikir geldiğinde, izlediği filmin sonunu çözdüğünde, okuduğu kitap hakkında bir şeyler anlatmak istediğinde susmaya alışmalıydı.
Alışan da vardır, bundan mutlu olan da. Ama ben yalnız kalamıyordum işte. Kendimle yalnız kaldığımda hep güçsüz, eksik hissediyordum. Ondan sebep yıllar yılı savruldum o gönülden bu gönüle. Bıraktım, kullansınlar dedim istedikleri gibi, bana bir parça güzel anı yeterdi. Ama hiçbir şey bedelsiz olmuyormuş, aldığından daha çok vermeden kimse sana yarenlik etmiyormuş bu dünyada.
Tam böyle azalarak, eksilerek, yara üstüne yara edindiğimi fark edip yukarı çıkamazsam iyice dibe batarım dediğim bir anda girdi hayatıma. Başlarda kabul etmek istemedim, inkâr ettim, yok saydım onu. Kurtulmaya bile çalıştım. Ama o benden bile inatçı çıktı, sıkı sıkı sarıldı bana, ben onu tüm gücümle iterken. Oysa onu en istemediğimi söylediğim zamanlarda bile; gitmemesini, kalmasını, bana dayanmasını istiyordum. Şu gün yüzü görmediğim, beni sevsinler, yaralarımı görsünler diye ardına kadar açtığım gönül kapımdan girip tarumar edildiğim hayatta bana böyle tutunulmasına çok ihtiyacım vardı. Sonunda onu, varlığını kabul ettim.
Görmeden sevdim aylar boyunca, onu duyacağım, ona dokunacağım günleri bekledim, bekledim, bekledim. Beklemek bile güzeldi, aklıma esince konuşabildiğim, sevdiğim şeyleri hemen anında paylaşabildiğim biri vardı hayatımda. Unutmuştum kendimi; kendime mutlu olabilmek için bahaneler bulmam gerekmiyordu artık.
Ama ne yalan söyleyeyim, onu ilk gördüğümde büyük bir aşk doğmadı içimde. Hayatımın bundan sonra aynı olmayacağını, birbirimize bağlandığımızı biliyordum, biliyordum da yine de kalbimin sesini duyamıyordum. Hani çok sevdiğimiz zaman, atışı bile değişir ya, böyle midemize doğru bir şeyler patır patır patlar, içimizde çiçek açar ya. Öyle olmadı hiçbir şey. Ben dondum, içim hissizleşti. Bir şey söyleyemedim. Sadece “iyi misin?” dedim. Sonra daha fazla saçmalamamak için sustum.
Keşke o konuşsaydı, bir şeyler söyleyebilseydi. Oysa gözlerini bana dikmiş bakıyordu sadece, bazen ellerini ürkekçe bana doğru uzatıyor, sonra aniden çekiveriyordu. Korkuyor muydu benden? Ne yapabilir, ne diyebilirdim ki ona; gözleri böylesi sevgi ve merhamet dilenirken, “hadi sen yoluna, ben yoluma” mı demeliydim, “olmayacak bu iş, zorlamanın lüzumu yok” mu? Alsam onu, dayasam göğsüme, çeksem içime mis kokusunu belki tüm buzlar eriyiverecek kendiliğinden. Ama yapamıyorum işte, uzatamıyorum elimi. Bu hep böyle mi oluyor yani, bizi hiçbir şey beklemeden sevenleri sevmek hep mi imkânsız oluyor? Aslında korkuyorum ondan, çok korkuyorum. Bunca yara-bere, kir-pas, böylesi acılar içinde ona güzel, temiz, saf ne verebilirim ki?
Unuttum ben masumiyeti, bana her şeyi yeni baştan öğretmeye hazır mısın bebeğim?