Vuslatın başka âlem – Bir muhabbet
“Dördümüz de meyhane müdavimiyiz, içkiyi ve onun mezesi muhabbeti severiz. İstanbul ’un şimdilerde değişmekte olan içki kültürü ile ilgili görsel bir malzemenin olması gerektiğine inandık ve İstanbul meyhanelerine dair mütevazı bir söz söyledik”.
Bu sözler İstanbul Meyhaneleri-Vuslatın Başka Âlem belgeselinin yapımcısı ve senaristi Tan Morgül’e ait. Eski meyhane kültüründen nasibini almış dört adam bir araya gelerek İstanbul’un meyhaneleri ile ilgili bir belgesel çekmeye karar verdiler. İstanbul Meyhaneleri-Vuslatın Başka Âlem belgeselinin senaristleri Yavuz Saç, Tan Morgül ve yönetmenleri Servet Dilber ve Gürcan Öztürk form değiştirmekte olan İstanbul meyhanelerini müdavimlerinden dinledi. Belgesel boyunca farklı yaşlardan ve mesleklerden 20 müdavim kendi gözlerinden meyhaneyi, anılarını ve meyhane âdâplarını anlatıyor. Kamera Aydın Boysan’dan Murat Belge’ye, Sahaf Amca’dan Topikçi’ye, İstanbul’dan Atina’ya pek çok rakı sofrasına konuk oluyor. Orhan Veli’nin “Güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız siz de öyle bir meyhane bulunuz” cümlesiyle başlayan belgeselin yönetmenlerinden Servet Dilber, senaristlerinden Yavuz Saç ve Tan Morgül’le bir ‘rakı muhabbetine’ oturduk.
Sosyal hayatın parçasıydı
2010’da İstanbul Meyhaneleri ve Balık Lokantaları rehberini hazırlayan Tan Morgül o dönem 150’ye yakın meyhane dolaşmış. Kitabın fotoğraflarını da Servet Dilber ve Gürcan Öztürk çekmiş. Kitabın yapım sürecinde “Bu kültürün bir de belgeseli olsa” fikri düşmüş akıllarına. Edirne’de butik şarap üreticisi olan ve Tan Morgül’le ortak olarak Halk Plajı Fikir Ofisi’nde çalışan Yavuz Saç da ekibe eklenince belgesel fikri olgunlaşmış. Ardından Mey İçki ile görüşmelere başlayan Tan Morgül, meyhaneleri bu kadar incelemesinin sebebini “Meyhaneler kent hayatının dönüşümüyle çok paralel ilerlediğini düşündüğümüz önemli ve köklü bir form” şeklinde açıklıyor. Çekimlere başlamadan önce üç aya yayılan bir tarih ve edebiyat taraması yaptıklarını anlatan Saç “Sonradan insanlardan duyacağımız hikâyeleri doğrulayabilmek için yoğun bir araştırma sürecine girdik” diyor. Dış ses kullanılmadan sadece konuşmacıların anlatılarıyla ilerleyen belgesel tekdüze bir meyhaneler tarihi değil. “Meyhane tarihi ayrı bir muhabbet, ancak biz daha çok bugünün belgeselini yaptık” diyen Morgül’ün lafını Yavuz Saç, “Belgesel daha çok meyhane hissini versin, insanlar çıkınca burunlarında anason kokusu bıraksın istedik” diyerek tamamlıyor.
Belgesel boyunca klasik meyhaneler ile şimdilerde form değiştirmiş eğlence mekânlarının farkı pek çok konuşmada vurgulanıyor. Söz buraya gelince Tan Morgül klasik meyhane formunu anlatmaya koyuluyor: “Eskiden meyhaneler soysal yaşamın parçasıydı. Her mahallenin bir meyhanesi olur. 1920’de Arnavutköy’de 93 meyhane var. Bunların hepsi eğlence mekânı değil. Bugün meyhane dediğimiz form, bugünkü tüketim alışkanlıklarıyla eşleşmiş ve dönüşmüş bir yerdir. Eski meyhanelerde çok az meze olur. İnsanların işten sonra iki üç tek atıp sonra akşam yemeğini evde yiyecekleri bir ritüeldi. Haftanın 4-5 günü gittikleri arkadaşlarıyla görüşüp vakit geçirdikleri bir yerdi. Şimdi öyle değil. Artık tam anlamıyla bir eğlence yeri oldu, çok fazla meze, çok fazla tüketim var.”
Belgeseldeki tüm konuşmacılarda eskiye duyulan özlemi hissettiğimi söyleyince Tan Morgül alıyor sözü tekrar: “Âdâp konusunda eski meyhane kültürünün hegemonik bir tarafı var. Gençler bile konuşurken hep oraya gönderme yapıyorlar.” Yavuz Saç önemli bir noktayı vurguluyor: “Bence modern İstanbul meyhanesi kendini bulmuş değil. Hem eskinin hem yeninin özelliklerini barındıran pek çok meyhaneye rastlayabiliyoruz. Meyhanelere giden gençler o eski kafaları seven kişiler. Belgeselde meyhanenin kadim bir şey olduğunu söylüyoruz ancak eskiler çok iyiydi şimdikiler kötü demiyoruz.”
Artık tüketimin parçası
Servet Dilber şehrin fonksiyonlarına göre ayrılmasından rahatsız: “Eskiden ‘Şurada iki tek atalım’ diyorduk şimdi ise pazartesiden cumaya program yapmak durumundayız. Meyhane gündelik hayatın bir parçası olmaktan çıkıyor, endüstriyel tüketimin parçası haline geliyor. Klasik meyhanelerde yeni içmeye başlayan gençlere ya bir ağabeyi ya da meyhaneci sahip çıkardı, âdâp aktarırdı. Barba’nın bir bakışı şimdiki bodyguard’lardan daha etkiliydi.”
Bilindiği üzere eski yıllarda meyhanecilerin çoğunluğu Rum’du. Daha çok Rum meyhaneciye ulaşmak isteyen film ekibi de Türkiye ’den Atina’ya göç eden meyhanecileri bulmak üzere Yunanistan’ın yolunu tutmuş ancak beklediklerine ulaşamamış. Eskinin meyhanecileri ya meyhanelerini kapatmışlar ya da vefat etmişler… İlk olarak Antalya Film Festival’inde gösterilen filmin Avrupa’daki pek çok festivalde yer alması planlanıyor. Belgesel önümüzdeki günlerde DVD olarak satışa çıkacak.
Birbirlerini kollarlar
Servet Dilber: Onlarca meyhane gezdik. Bazı yerlere 7-8 kere gittiğimiz oldu. Bir gün gittiğimiz bir meyhanede çekim hazırlıkları yaparken barba yaklaşıp “Benden izin aldınız ama müşterilerden iznini aldınız mı?” diye tersledi. “Biz henüz çekime başlamadık, alacağız” diyene kadar müşteriler bir durum mu var diye başımıza toplandı. Meyhanelerde barbanın müşterilerini müşterilerin de barbayı kolladığı değişik bir güven ortamı vardır…
Radikal‘den alınmıştır. Haber: Ece Çelik