Hiç kimse Jimi Hendrix kadar gürültü yapamadı
okuma süresi 6 dakika1980’lerde Ankara’da bir kendince meşhur rock grubu var idi. Arkadaşımız olan solisti konserin birinde gaza gelip gitarını parçalamış sonra da depresyona girmişti. Çünkü ithalat yasağı vardı. Gitar bulmak zor ve pahalı bir işti. Kimse de ona bu işlerin zengin işi olduğunu söylememişti.
Bunu en anlamsız gitar şovu olarak not edelim kenara. En azından benim bildiğim.
En zekice gitar şovu da sanırım Pete Townshend’indir. Sahnede yanlışlıkla gitarı kırılır. Millet şov zanneder, gaza gelir. Pete de çaktırmaz, parçalar. Sonra hep parçalar.
Gitar çok seksî bir enstrüman. Biçimiyle de sesiyle de etkileyici. Kumsallarda, Cemal Reşit Rey’de ve heavy metal konserlerinde çok çeşitli imajlara sahip. Çalması da kolay üstelik. Kayahan’dan Nicolas de Angelis’e pek çok müzisyenin elinde gitar olmasından belli.
Sadece enstrüman olarak değil. Şov parçası olarak da öyle. Ve mahareti de çok fazla teknikle ilgili olmasa gerek. Bu yüzden Yngwie Malmsteen tekniği en iyi gitaristlerden olmasına rağmen teknikle neredeyse hiç ilgisi olmayan, çalarken söylemeyi bile beceremeyen B.B. King ondan daha büyük gitarist olarak anılır. Hendrix muhtemelen Malmsteen’e gülerdi. Ama B.B. King onu derinden etkilenmiştir.
Blues efsanelerinde hep tarif edildiği gibi gitar tam olarak şeytan işidir. Her yola gelir. Yalana gelmez. Gece gündüz çalışmak önemlidir tabii. Ama bir rahmetli Alvin Lee gibi olmak için çalışmak yetmez. Benim anladığım hakikaten sevmek, eğlenmek, bilmek, istemek, gitara karşı görgülü, edepli olmak gerekir.
Bir çok iyi gitarist vardır. Erkan Oğur, Ercüment Ateş yahut Süleyman Bağcıoğlu iyi gitaristtir. Joe Satriani, Frank Zappa, Jimmy Page ya da ne bileyim Wes Montgomery iyi gitaristtir.
Tek gitarla yapamayacağınız cambazlık yoktur ayrıca. Bakınız Paco de Lucia.
Bütün bu insanlar gitar denilen enstrümanın cambazları. Şahaneler. Onlar olmasaydı benim hayatım da daha az güzel olurdu pek çok insanınki gibi.
Jimi Hendrix bunlardan birisi değil ama. Çünkü Hendrix için gitar bir enstrüman değil, uzuv. Mezarlıktan geçerken ıslık çalan için dudakları ne ise Hendrix için de gitar o. Eh, gitar bu şekil vücudunun parçası olunca sanki sahnede bir enstrümana ihtiyaç duyuyor Hendrix.
Onun için bütün işi kuralları yıkmak üzerine kurulu. Elinde başka da bir şey olmadığı için vücudunun bu parçasının tüyünden yününden faydalanıyor.
Bana sorarsanız sahnedeki şovlarının Pete Townshend ile bizim Ankaralı’nın arasında bir yere yerleştirilememesinin sebebi de bu. Çünkü diğerlerinin aksine gitarını yakıp karşısında secdeye devam ederken ve sonra parçalarken yahut dişlerken, sırtlarken gitar yahut müzik bir yerden bir yere geçmiyor. Her şey doğal seyrediyor. Elbette şov yapıyor. Ama bunları daha çok şımarıklığından, elindekilerle yetinemediğinden yapıyor. Feedback’ten pedallardan anfiden her köşeden lüzumlu bir ses üretiliyor. (Şimdi de o gitarlar yüzbinler ediyor tabii. Örneğin Monterey’de yaktığı gitarı bulup tamir eden Frank Zappa’nın oğlu Dweezil, bu gitarı açık arttırmada 400 bin pound’a sattı.)
Peki ya vokal? Bu acayip adam her fırsatta berbat bir sesi olduğunu söylemesine rağmen şarkıcılıkta da ısrar ediyor. Eh, öbür türlü gitarıyla birilerine eşlik etmesi gerekecek. Zaten her şeyi yıkıp yeniden yapmaya çalıştığı bir dünyada başkasına eşlik etmesi en azından benim düşünebileceğim bir şey değil. Ayrıca hemen ayrılan o “mırıldanan” sesini seviyorum da. O gürültüye o naif ses. Beşiktaş maçında çarşıya sıkışmış kedi yavrusu gibi.
Kimsenin çıkaramadığı gürültüyü çıkarıyor ve tek bir ses bile kulağı tırmalamıyor. Hiç kimse onun gibi gitar çalamadı, kimse kimsenin onun gibi gitar çaldığını iddia da etmedi. En gürültülü death metal grupları bile gitarla onun kopardığı yaygarayı koparamadı.
Meşhur “İnsanlar üst üste salamura gibi yığılmışlar, biraz yüksek volümlü müzik yaparsam, belki yerlerinden kalkarlar” cümlesinin ne kadarı retorik bilmiyorum. Ama salamura gibi üst üste yığılmış insanların arasına karışamadığı kesin. Uyumadığı ve müzik yapmadığı zamanlardaki aktivitelerini bir türlü düzene sokamadığı için de uyuşturucu var hayatında. Bütün insanlık kafa bulmak için uyuşturucu alırken o normalleşmek için alıyor. Uyuşturucuyu alınca halka iniyor. Üst üste salamura gibi yığılmış biz sıradan insanların arasına karışıyor.
Jimi Hendrix bütün dünya popüler müzik dünyasını kökten etkiledi. Üstelik bunu topu topu 3 yılda yaptı. Bir de göz önünde 30 yıl vakti olduğunu düşünün. Kimbilir neler olurdu?
5 Mart’ta bu acayip adamın yepyeni ve tertemiz bir albümü yayınlandı: People, Hell & Angels. Hendrix, minicik müzik hayatını sürekli müzik yaparak geçirdiği için arkasında tam 1500 saat kayıt bırakmış. Sağlığında yayınlanan albüm sayısı üç tanesi stüdyo olmak üzere dört. Ölümünden sonra yayınlanan resmi stüdyo albümü sayısı ise People, Hell & Angels ile birlikte 12 oldu. Söylenene göre son stüdyo albümü bu. Ama tabii kimse emin olamaz. Zaten bir dizi yayınlanmaya uygun konser kaydı olduğunu biliyoruz.
12 tane daha önce -bir kısmı bu halleriyle- hiç yayınlanmamış şarkı var albümde. Mart 1969-Ağustos 1970 arasında yapılmış kayıtlar şaşırtıcı derecede temiz / temizlenmiş. Ama albümün asıl şaşırtıcı yanı bu kayıtların deli Hendrix koleksiyoncuları için bile yeni olması. Elbette kayıtların pek çoğu stüdyo “jam”lerinden oluşuyor. Ama konu Hendrix olunca bu çok bir şeyi değiştirmiyor. Sadece fanlar değil, eleştirmenler nazarında da yüksek yıldızlı bir albüm oldu bu.
Ben oyumu yine blues’dan yana kullandım ve en beğendiğim şarkılar Hear My Train a Coming’ ve Bleeding Heart oldu. Lonnie Youngblood’un Let me Love You’daki saksofonu ve Stephen Stills’ın Somewhere’deki bas gitarına da ayrıca kulak kesilmek gerekli.
Ama tabii son tahlilde bu albüm, Hendrix’e yeni başlayanlar için değil. Aşkla bağlı olanlar için. Yeni başlayanlar için bir önerim var. Jimi Hendrix adındaki 1973 Warner Bros belgeselini muhakkak seyredin (imdb.com/title/tt0070242/). Solaklığından uyuşturucu alışkanlıklarına, Woodstock’ta distorsiyon verdiği ABD milli marşından kavgalarına, kendini siyah camiaya kabul ettirmeye çalışma teşebbüslerine, mahçupluğuna, kırıp döktüğü otel odalarına, Bob Dylan hayranlığına her bir şey var. Arkadaşları, sevgilileri, turne çalışanları, babası ve Eric Clapton, Lou Reed Pete Townshend, Little Richard filan gibi büyük müzisyenler anlatıyor.
Bir de not. Doğan Şener ağabeyimiz, 22.10.1967’de Milliyet’teki köşesinde aynen şöyle yazmış: “Gitar yiyici” diye ün yapan zenci şarkıcı Jimi Hendrix 15 Kasım’da (1967) İstanbul’da olacak. Bir gece kulübünde seri konserler vereceği bildirilen Hendrix, California’da çıkan “hippie” adındaki modanın öncülerindendir.
Ama yine de, on binde bir olasılık da olsa Hendrix eğer ki İstanbul’dan sessizce geçmişse diye Doğan Şener’i aradım. Kendisi de bir Hendrix hayranı olan Doğan ağabeyin müthiş bir hafızası vardır. Ama tabii bu kadar detay ve sonuçlanmamış bir haberi hatırlayamadı. “Muhtemelen bir kulüp sahibi her şey tamammış gibi uydurmuştur” dedi ve ekledi: “Yoksa Hendrix İstanbul’a gelse ben bizzat yeri yerinden oynatırdım zaten”.
Milliyet Sanat Dergisi Nisan 2013’te yayınlanmıştır.