Sibel Oral: “Ben sadece sizin okurunuzum sevgili Murathan Mungan”

okuma süresi 7 dakika
Murathan Mungan'ın doğum gününde Sibel Oral'la konuştuk. Gazeteci yazar Oral, "doludizgin okur" olarak konuştu. İyi de etti. Bize de "iyi ki doğrun Murathan Mungan" demesi düştü.

İlk tesadüf ettiğin Murathan Mungan metni hangisiydi? Aklında mı?

Omayra! O, ilk dizede “Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana” dedi ve ben kalakaldım. Muhteşemdi tanışmamız. Tesadüfen babamın kitaplarını karıştırırken bulmuştum. 16 yaşında filan olmalıyım. Kitaplıkla yemek masası arasında daracık bir yer vardı ve ayakta oraya sıkışıp, dakikalarca sayfalarını çevirdiğimi hatırlıyorum. Kendi kendime çok kez ben de sayıklamıştım “sayıklayan bir ağaç gibiyim omayra” diye. Birkaç gün sürdü bu hal. Daha sonra şimdi hatırlamadığım bir Mungan kitabı daha almıştım. Lisede matematik dersinde sınıfın en arkasında dersi dinlemeyip o kitabı okurken yakalandım. Sınıftan çıkarıp yok yazmıştı öğretmen beni. Devamsızlığım zaten sınırdaydı ama hiç umursamayıp kantinde okumaya devam etmiştim.

omayra-onkapak

Çok çalışkan bir entelektüel Mungan. İlk ne dersin onunla ilgili? Şair mi, romancı mı, tiyatro yazarı mı, hikâyeci mi, denemeci mi? Biri ötekinden nasıl ayrılıyor dersin konu MM olunca?

Şair ve hikayeci daha ağır basıyor olabilir ama bilmiyorum. O benim için her şeyiyle Murathan Mungan. Yazdığı tüm metinlere ruhu sirayet ediyor, birbirinden ayırmam çok güç. Ama onu metinlerinden ayıran ve çözemediğim bir hali var benim için. Geçen yıl evine gitmiştim Mungan’ın. Bahçesinde tadilat tamirat gibi can sıkan işler vardı. Yanılmıyorsam balkonda sardunyalar vardı, ben onlara hayran hayran bakıyordum o da balkondan bahçeye uzunca baktı. Gözüm takıldı. O uzun ve çözemeyeceğim derinlikteki bakışı aklıma çok takılmıştı. Tesadüf o dönem sık sık bir yerlerde bir araya geliyorduk. Diyarbakır’a gittik, Bir Dersim Hikâyesi kitabının paneli vardı, akşamına kalabalık bir masanın başında oturuyordu. Bir ara yine onu uzuuun ya da ne bileyim uzağa bakarken gördüm. Birkaç hafta sonra da yine tuhaf bir tesadüfle karşılaştık, bir meyhanede sırt sırta oturduk. Arada birbirimize dönüp bir şeyler konuştuk. Ama ben hep acaba yine öyle uzun, uzağa bakıyor mu diye düşünüyordum. Yazdıklarını birbirinden ayıramam ama o bakışını hem yazdıklarından hem de yüzlerce insanın arasında da olsa ayırabilirim. Peki ne o bakış? Bilmiyorum, belki de o boş bakıyor; ben şaşkın okur, ben anlam arayan gazeteci doldurmaya çalışıyorum o bakışın içini. Belki benim oyunum bu, bilmiyorum.

birdersimhikayesibuyukkeyif

Bir de belki sorunla alakasız ama ben bir de edebiyat dışında Türkiye üzerine düşünen, yazan, söyleyecek çok sözü olan bir “aydın bir entelektüel” Murathan Mungan var benim kafamda. Ben gazete sahibi olsam, Murathan Mungan benim gazetemin yazarı olsun isterdim. Ne istiyorsa yazsın; canımıza okuyan bu sistemin, bu tarihin, bu adamların, yani olan biten her şeye dair nasıl istiyorsa öyle yazsın isterdim. Türkiye’ye çimdik atsın isterdim.

Senin için “ilk üç” MM kitabı hangisi ve niye? Söyleyebilir misin?

Omayra elbette benim için çok özel ama onu bu sıralamaya koyamayacağım. Aslında ben böyle sıralamaları çok zor yapıyorum ama şöyle bir düşününce şimdi ilk aklıma gelen Metinler Kitabı. Kendime, edebiyata, sorunlara, çözümlere karşı açlığımın farkına varmamı sağlamıştı. Kitabın sayfaları sanki neşter gibi elime alıp içimi dışımı, yazdığımı çizdiğimi, sustuğumu durduğumu tüm ama tüm hallerimi deşmiştim. İkincisi ise Kırk Oda. Mungan’ın hikayeciliğiyle bu kitapla tanışmıştım yanılmıyorsam. Tabii Yedi Kapılı Kırk Oda ve Üç Aynalı Kırk Oda’yı da dahil etmem lazım. Ben de içimdeki odaların anahtarlarını aradım, bulduğumda o anahtarları bir ayna gibi kendime tuttum. İnsanın kendi “ben”ini kurması çok güç bir yaşama uğraşı. Mungan metinleri işte o güç olan yaşama uğraşında kendinle karşılaşmanı, kendinle saç saça tırnak tırnağa kavga etmeyi, kendinle barışmanı, bir heykeltıraş gibi kendini yontmanı sağlıyor. Bu kitaplar benim için öyle kitaplardı. Kendimle bir küs bir barışık, dünyayla bir küs bir barışık olma hallerini hem hasarlı hem de hasarsız ayakta kalıp olan bitene bazen pis pis sırıtmayı bazen de kendine ait olan o odadan sessizce izlemeyi yaşattı. Paranın Cinleri de onu daha iyi tanımamı, anlamamı, geçtiği yolları ve dünyada kaybolup kendi kafasındaki yolda nasıl yürüdüğünü görmüştüm. Dediğine göre çoğunlukla “kendi kafasındaki yolda” yürüyordu Mungan. İyi ki de hep o yolda yürümüş.

paranincinleri

Mardin’i gördün mü hiç? Gördüysen Mungan’ın Mardin’ine benzettin mi?

Evet, birkaç kere gittim Mardin’e. İlk gittiğimde kaldığımız otelin avlusunda güneş batıyordu, ayağa kalkıp etrafımı izledim; muazzamdı. Büyülenmiştim. Hatta kendimi tutamayıp Murathan Mungan’ın Mardin’le ilgili bir cümlesini paylaşmıştım sosyal medyada. Bir kez girdi mi Mardin hayatına hayatına, kader gibi takip eder” cümlesi… Mungan’ın Mardin’ine benzettim mi bilmiyorum ama sokaklarında dolaşırken onu düşündüm. Hatta sanırım üçüncü gittiğimde akşamın bir vakti delilik edip gazeteci arkadaşlarla Süryani şarabı alıp ara sokakları geze geze içmiştik. Tuhaf bir maceraydı, yine güneş batıyordu. Mungan’ın taşın ve aşkın şiiri demesi gelmişti aklıma, doğruydu. Yani doğrudan kentin sarılığında, o taş evlerin ruhunda hissediyordum elbette Mungan’ı ama bunu kelimelerle fani dünyaya aktarmam biraz zor.

Bugün doğum günü. Ne söylemek istersin? Bir de rakı sofrasında bir şarkı hediye etmeni istesem, hangi şarkıyı hediye ederdin?

Ben üç ayrı kimlikle bir bölünme yaşıyorum; her şeyden önce bir okurum, sonra gazeteciyim ve en son olarak da yazarım. Yıllardır yazarlarla söyleşi yapıyorum. Bir yazara söyleşiye giderken, eğer çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda mühürü varsa o yazarın söyleşisine giderken kalbim boğazımda atar. İşte ben sevgili Murathan Mungan, size gelirken de böyle oldum. Okur muydum, gazeteci miydim? O an gazeteci olamadığını çaktırmamaya çalışan bir okurdum sanırım. O gün şaşkınlıktan, dilim dönmüyor, cümlelerim devriliyor, sürekli yere ve bahçeye bakıyordum. Ama tabii haddimi bilmem gerekti, bir gazeteci gibi davranmam gerekiyordu oysa ben her şeyden önce okurunuzdum. Hatta o söyleşimizin giriş yazısına şöyle yazmıştım: “Kendimi bir gazeteciden ziyade, şaşkın ve kurmaya çalıştığı cümleleri sürekli deviren bir okur gibi hissediyorum. Evet, öyleyim de… John Steinbeck’in Tatlı Perşembe romanının çook eski baskısını görünce heyecandan sesim yükseliyor. Ne de olsa bugün “tatlı perşembe…” Söyleşiye başlamadan önce birkaç ay önce çıkmış kitabım için iyi dileklerinizi söylediniz. O kadar çok utanmıştım ki anlatamam. “İnşallah okumamıştır” demiştim kendi kendime. O utancımı anlatmayı çok istemiştim. Ben kimim ki? Kendimle kavgalarım, dünyayla bitmeyen bir dövüşüm var. Küçüğüm farkındayım, acemiyim aslında ama çaktırmamam da gerek. Daha sonra evinde çatı katında, sanırım dolapların arasında gizli bir dolap vardı, birlikte oraya girdik. O kadar dardı ki iki büklüm olup orada oturduk. İnanamıyordum, o an kendimi çok özel hissetmiştim. Arızalı ve kendini özel sanan bir okurdum işte. Çok karışık bir duygu haliydi. Sizin için gazeteci değil hep şaşkın, heyecanlı bir okur olarak kalmak istiyorum. Karşılaşmalarımızın hiçbirinde size bunları anlatmadım, anlatamazdım. Ne ağzı laf yapan bir gazeteciyim ne de kitabını sevdiği yazara hediye edecek kadar kendine güvenen bir yazar adayı. Ben sadece sizin okurunuzum sevgili Murathan Mungan. Cevabı ömür süren soruların peşine takılmış, hayatın öldüremediği o şeyi kara kutusunda saklayan ve son darbeye de hazırlanmış, içine bakmayı ve o yükseklikten korkmayı, duygusuzlukla mutsuzluk arasında seçim yapmayı, gidenin değil kalanın terk eden olduğunu, insanı boynundaki yaradan öpmeyi, tüm güzelliği ve çirkinliğiyle yaşama uğraşının peşini bırakmamayı öğrenen bir okur…

Şarkıya gelince; Hümeyra’nın şahane sesi ve yorumuyla Rindlerin Akşamı…

About The Author

Copyright © All rights reserved. | Newsphere by AF themes.