Dünyanın Sait Faik Ucu
okuma süresi 3 dakikaBenim epey kitap okumuşluğumun, adı Sait Faik olan adamın Alemdağ’dan bir nehir akıtmasıyla ilgisi var. Seni duymasını istediğin duymadıkça, anlamı yoktur başka seslerin. Yani, Sait Faik benim için ne kadar kıymetli desem de, bu söz istediğim anlamla sana ilişmeyecek. Ama olsun, ilişmese de dinlersin, değil mi? Sait Faik kalbimdekini duyacaktır, duymazsa Sait Faiklik’ine haksızlık olur.
Anlatacaklarım ile kalbimin arasındaki sarkacın yorgunluğu, gidip geldiğim çocukluk senelerinin yorgunluğu ile aynıymış meğer. Sonuçta, yaşamak koskocaman bir yorgunluk işte. Karşımda gülümseyen Sait Faik’in alıp götürebildiği bir yorgunluk. (Hiç sarhoş değilim.)
Sait Faik gibi onca ateşin üzerinde yürümek ne kadar sabırdır? Sabır bu mudur, her şeyi unutturur mu, bilmiyorum. Hayır, unutturmadığını biliyorum. Çok büyük laf etmiyorum, heyecanlarının nasıl zorlama olduğunu ertesi sabah aniden fark ettiğim günlerin, beni bana değil, beni Sait Faik’e bırakan dertlerinin unutulduğunu biliyorum.
Onun bir Panco’su olmasaydı, okuyucunun Sait Faiklik’i eksik kalırdı diye düşünmüyor değilim. Bu doğru, fakat Sait Faik’in de her an değişme ihtimali var; aslında yok da var. Kelimeleri sırtlanan bir hikâyenin doğal olarak -insanların yüklediği anlama göre- değişme ihtimali bu. Sait Faik’in söylediklerine olan inancı değil, bizim anladığımız değişir. Onun hikâyesi her an yeniden yazılır ya da onun yazdığı hikâyenin sayfaları silinti ve kazıntılarla dolar. Bu silinti ve kazıntıların sebebi biziz, sen ve ben. O, yazdıkları ile cesaretimizin bizi nereye götüreceğini tahmin etmiyordu. Bizim deneyimlerimiz yoluyla varacağımız yer ve diğer anlamıyla kendi hikâyemiz. Sait Faik “böyle yapma, ya da şöyle yaparsan öyle bir sonuç ortaya çıkar.” diye mırıldanmadığı için, yazma kabiliyetinin sağladığı güzellikle deneyimlemek istediğimizi gösterdi.
Bugün hâlâ ondan dinlediğim bir hikâye ile çok güzel susayabiliyorsam, onu benim karşıma çıkarana ve anlattığı hikâyeyi işitmem için bana ipuçları verene teşekkür etmem gerek. Onca yazar kalabalığının içinde ilk onun sesini duymamı, dağınık görüntülerin arasında ilk Sivriada’ya takılıp kalmamı, ilk Lüzumsuz Adam’a tutulmamı istediyse bunun bir anlamı olmalı. Kulak verdiğim hikâyeler, seyrettiğim filmler, okuduğum romanlar, önümden uçup giden kuş yahut dalıp gittiğim manzara bende Sait Faiklik’e varıyorsa, onunla tanışmamı sağlayan kafamın karışmasını istedi demek. Biliyorum, Sait Faik de “onlar”la karşılaşmamı diledi. Paris’te bir pastanenin penceresinden, vitrindeki pastaları seyreden yoksulun gözlerini anlatan Baudelaire’in, duyarsız sevgilisini hemen orada terk edişi de bundan değil miydi? O anlattı bize, biz de inandık. Sen ve ben, yani biz.
Sait Faik büyüdüğümde de yakamı bırakmayacakları biliyordu, hem de çok iyi biliyordu. Zihnimin talip olduklarını, adını koyamadıklarımı.
Bunları söylemek istedim mi daha önce, kaç saattir düşünüyorum. Söylemeseydim, içindekileri saklayan birine dönüşecektim. “İki tek atıp karşılıklı konuşsak, daha mı iyi olurdu Melek?” diye düşünebilirsin, haklısın.
Bazı durumlar hakkında söylenen sözlerin, onları yaşayana pek faydası olmaz. Galiba, yaşayan açısından yapılacak tek şey, olanı yaşamaktır. Yaşamamaya çalışmamak değil. O zaman, gel bakalım, gel de Sait Faiklik’i yaşayalım. Ne olacak, hadi görelim.
Sait Faik için, “Haritada bir nokta”da buluşalım özlemiyle.